21 Mart 2019 Perşembe

İlim ve İnsan Kanıttır


            İlim ve İnsan Kanıttır

            Her insan, ömrü boyunca, düşündükleri, yaptıkları, ortaya çıkardıklarıyla, aslında içinde olanları ortaya koyar. Her sanatçının eserlerinin tümü sanatçının kendisini ortaya koymasıdır. İlim insanları, kendilerini ortaya koyup, vakfedip, adayıp, içlerinde ne varsa onları ortaya koyar; yeni, güzel ve yararlı şeyler oluşturur. Özet olarak, her kişi, kişiliğinde bulunanları, her ne var ise tümünü, işleyen aklını kullanarak, aklının tümünü işleterek, içini dökerek, elle tutulur gözle görülür eserler yaratır. Herkes de bu eserler ortaya çıktıktan sonra görür, tutar, işitir, koklar veya tadar. İnsanların yaptıkları da yoktan var edilişe birer örnektir. Bir ilmi anlatmak, sözlü olarak ortaya koymak yetmez; uygulamak, uygulayarak daha önce örneği olmayan bir şekilde meydana çıkarmak ve ortaya çıkanın da yararlı ve güzel olması şarttır. Bu idrak ile bu evren, Hakkın ilminin aklı faal ile ortaya çıkışıdır. Elif, lam, mim, Allah’ın ismi azamı olan suret-i Muhammedi’de, ehli olan insanı kâmiline malum olacağı veçhile, perdelenip örtünen, zata işarettir. Akıl, ilmin göründüğü, ortaya çıktığı yer, anlaşıldığı mecra, bilindiği alandır. Her kişi, kişiliğine uygun bir aklın açığa çıktığı bir alan, levha veya ortamdır. Külli akıl, kaza mahalli, düşünülen alan veya levha-i kazadır, cifr denebilir. Camia, nefsi külden ibaret bulunan levha-i kaderdir. Cifri camia, olmuş ve olacağı ihtiva eden, içeren kitap demektir. İlmin tümü Muhammet ile açığa çıkmış böylece Kitap ona indirilmiştir. (2.1,2)

 

            İnsanın farklılaşarak belirginleşmiş özelliği ilmi idrak edişidir. Bilgi elde ettikçe bilgileri birleştirmesi, ilmi dallara ayırarak tümünü kavraması, insanı insan yapan özelliktir. Aklını kullanarak elde ettiği bu ilmin kaynağını araştırmak da özelliğinin bir parçasıdır. Elinde veya kontrolünde olanlarla olmayanları ayırt etmek kaçınılmazdır. İlim ile kendi kişiliğini bulması, kişiliğinde ilmin yerini ve önemini, ilmin kaynağını bulmasıdır. İnsan, var olan tüm canlıların en aciz halinden çıkıp gelişini, en derin cehaletten bilgeliğe yücelişini, ilmi idrak edişini, verilenler olmaksızın, yalnız kendine mal etmesinin mümkün olmayacağını anlar. Akıl, ilmin deposu olan insanı bilerek, ilmin ve insanın iki ayrı şey olduğunu ama birinin, diğeri olmaksızın, isminin, cisminin ve resminin olamayacağını da anlar. İlim ile insan ayrı şeylerdir. Üstelik ilmi olmadan insandan, insan olmadan da ilimden, söz etmek de zordur. İlmi de yalnız insan anlar ve uygulayarak ortaya çıkarır. Ruh, beden için ne ise ilim de insan için odur.

 

            ‘İlim ayrı insan ayrı kavramını ancak akıl kavrayabilir’ gerçeği üzerinde durulmalı. Bu gerçek bilimseldir. Her şey ilminin deposudur, ‘şeyin’ kütlesi kara deliğe düşse de ‘ilmi’ olay ufkunda kalır ve kaybolmaz. Bu gerçeklerden hareket ederek şey ile ilmi ayrı ele alınabilir. Şey olarak ‘kütle’ veya o şeyin maddesi düşünülebilir. Maddenin oluşumu önemlidir. Yine bilimsel bilgi ve bulgulardan, madde, belirli bir parçacığın içinde toplanan kuvvetlerdir. Kuvvetler de elektriksel, manyetik ve elektromanyetik kuvvetler olarak özetlenebilir. Evrende her biri bir diğeriyle sürekli etkileşim içindeki kuvvetlerin toplanmış haline madde denir. Kuvvetler de belirli bilimsel özelliklerden başka bir şey değildir. Bir elektrik yükü olan veya olmayana, bir çekim gücüne veya uzay zamanı büküm gücüne ‘kuvvet’ denir. Diğer bir deyişle kuvvet belirli bir bilimsel özelliktir. İnsan da temelde bu belirli bilimsel özelliklerden oluşur. Önemli olan insan ne atom yapabilir ne de atomlara hükmedebilir. Altyapı olarak bunların hepsi insana ‘verilmiştir’. Nasıl ki her ilim bilgilerden oluşur, insan da bilgi olan kuvvetlerden oluşur. İnsanın ilmi ayrı ve maddesi ayrı ise maddesinin de ‘bilgi’ olduğu unutulmamalıdır.

 

            “İlmin ayrı bir varlığının idraki ise Hakkın varlığına delildir. Nasıl ki bir eşyanın gölgesi varsa gölge güneşin varlığına delildir, aynı kapsamda ilmin varlığı da Hakkın varlığına delildir. İlim, böylece Hakkın ‘gölgesidir’.” (39.9)

12 Mart 2019 Salı

Haviyedeki Asar Ateşi


            Haviyedeki Asar Ateşi

            İnsanın, insan olmaya başlaması, kendisinin başkalarından ve çevresinden farklı, “Uyumlu belirgin” olduğunu, tevafuk ettiğini, anlamasıyla başlar. Aynı bedende farklı kişiliğe sahip olmayı anlamak önce dikkatleri beden üzerine çeker. Bedenin ilminden başka bir şey olmadığı, ilim ile bedenin faklılığını aklın idrak ettiği açığa çıkar. İlmi hıfz eden kuvvetlerin toplanmasıyla, temessülüyle oluşan, beden ve nefsin de ilimden oluştuğu anlaşılır. Bedenin, böylece ilme tabi olup biat ettiği keşfedilir. Keşifler birbirini izler, hareketlerin fikirlerle yönlendirildiği, fikirlerin de bilinçlere tabi olduğu açığa çıkar. Her bilgi ve bilgi topluluğu bir nurun açığa çıkışıdır, aydınlanmadır, karanlık kalkar, ortamı ışık doldurur, gündüz olur. İlmin kaynağına doğru yolculuk eğer bir sırra ermeye gider, bu işte bir sır var, sırrı nedir denirse, ilmin ve aydınlığın kaynağının ne olduğu düşünülmeye başlanır. İlmin Hakka ait oluşu ve Hakkın gölgesi olduğu, gölge oluştan da gölgenin aslına gidilebileceği idrak edilirse Şuhut edilir. Şuhut edilenin giz olduğu ve gizlendiği, soyunanın kavuştuğu, batının zahir ile örtündüğü, tesettüre girdiği anlaşılır. Bireysel soyunup kavuşma cumaya, birliğe de gidebilir.

            Âdemin halden hale geçişleri âlemde de görülür. Uzay zamanda, atılmış yün veya pamuk gibi yüzen toz ve gaz bulutu haline gelen süpernova haviyesinde, göçüğünde asar ateşi kendiliğinden oluşur. Hidrojen atomlarına özgü özellik olan ‘yerçekimsel ışınım’, bunların bir merkezde toplanmasını sağlar. Bu atomların kütlelerinin uzay zamanı bükmesi, atomlara verilen ilmin bir özelliğidir. En merkezdeki atomların bükümlerine düşen diğer atomlar ortamda büyük bir hareketliliğe yol açar. Hareketlilik, sürtünme nedeniyle, ısınmaya neden olur. Merkezde ısınan toz ve gaz bulutu, soğuk toz ve gaz bulutu katmanlarının içinden dışına çıkmaya çalışır. Hidrojen atomlarının, verilen bilimsel özellikleri nedeniyle gerçekleşen, merkeze ve merkezden çevreye doğru hareketler, ısı ve basıncın artışına neden olur. Isı ve basınç artışı ise yanma oluşturur. Bu yanma ise eserler oluşturan ‘asar ateşidir’. Evrende bilimsel olarak kaydedilip kanıtlanan bilgi ve bulgular ‘halden hale’ geçiş sürecini açıklar. Bu süreçte önce demir ve altın gibi gerekli madenler oluşur. Sonra da fotonların kırmızı ve mavi ışık enerjileri dönüşerek, yeşil rengi yansıtan klorofil sayesinde, hayatın temelini oluşturur. Klorofil, su ve karbondioksit gazından, şeker ve oksijen üretir. Her canlının her hücresi, bu şekeri yakarak faaliyetlerini sürdürür; şekeri, oksijen alıp, yakarak karbondioksit üretir.

            Doğal oluşum ve gelişim süreçleri, bilimsel olarak kaydedilip kanıtlanabilir. Halden hale geçiş sürecinin en başından en sonuna kadar her aşaması bilinmektedir. Bilimsel açıdan her geçiş otomatiktir. Fizik, astrofizik, biyofizik ilimlerinin ortaya koyduğu yasalara uygun olarak, ‘uyumlu farklılaşarak belirginleşme’ apaçıktır. Bilimsel açıdan bakış ‘bir ve tek halden hale geçiş’ sürecinin sonundan bakıştır. Bu bakış açısından her şey ‘otomatik’ görünür. Oysa ‘Yapay Zekâ’ bile bir amaca ulaşmak için gerçekleştirilecek bir “Fikir” ve bir “Uygulayıcı” olması gerektiğini vurgular. Şeker üretimi ve yakılması gibi bir ‘fikir’ ve onu uygulayan olmalıdır. “Doğal süreç otomatiktir, yapay süreç değildir” denmesi uyumsuzdur. “Bir ve tek süreci ‘Kuran ile Uygulayan, Furkan’ olmalıdır” sonucuna kesin olarak varıldıktan sonra başka sorular üzerinde durulabilir. Ancak kesinlikle “Yaratıcı olmalı” dendikten sonra “Yaratıcıyı kim yarattı” sorusu gelebilir? Cevap ‘henüz bilinmiyor’, ya da “Allah’ı, yalnız Allah bilir” olabilir!