28 Ocak 2019 Pazartesi

İlmi Hıfz Eden Kuvvetler


            İlmi Hıfz Eden Kuvvetler

            Göklerin ve yerin muhafazası, Yaratıcıya ağırlık vermez, manevî âlem onun batını, suretler âlemi onun zahiridir, onunla mevcutturlar, gayri değillerdir. (2.255)           

 

            Sizin üzerinize gönderilen hıfz edici kuvvetler Hakkın kuvvetleridir. Bu kuvvetler merkezî kontrol altında yerinden yönetilirler, özgürce hareket ederler. Sizler tabedilmiş ve basılmış nüshalar halindesiniz. Bedenden sıyrılıp çıkmanız halinde durum size apaçık aşikâr olur. Söz konusu olan kuvvetler, sizlere münasip suretlerle temessül eder, suretleşir, cisimlenir, bedenleşirler. Suretlerin bir kısmı ruhanî latif kuvvetler, bir kısmı da cismanî kesif kuvvetler halinde oluşur. Suretler, hayvanlar bitkiler gibi her çeşit canlılar ve organları halinde de oluşabilir, teşekkül edebilir. Organlar, hal lisanıyla yapmış oldukları işleri, göz gördüğünü, kulak işittiğini gibi, kendilerine söyler. Hafıza, tüm olay ve eylemlerin ayrıntılarıyla nakşolunduğuna işaret edilen ‘semavî kuvvetler’ olarak bilinir. Ruhunun bedenden ayrılması anında bu nakışların tümü zahir olur, kişinin kendisine görünür. Her kişinin her ameli ayrıntılı bir şekilde kendisine sayılır, gösterilir.” (6.61)

 

            “İlim, kalpte kök salıp sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette damarlarıyla nefiste yerleşendir. Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir organ veya aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, değerli ilmin eseri olduklarını, ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda durmaz, gider.” (39.9)

 

            Uygulaması olmayan ilim, gerçek ilim değildir. Böyle bir ilim kalıcı olmayan, çabuk kaybolan, yalnız tasavvur edilen hayali bir ilimdir. Böyle ilim, kalbi güçlendirmez, açlığını gidermez, doyurmaz. Âlim, ilmin ‘şey’ ile aynı olduğunu, ayrı ve gayri olmadığını bilendir. Her şey ilminin aynısıdır. Cahil, ilmin azalardan, organlardan, objelerden ayrı ve gayrı olduğunu zanneder. İlim başka, madde başka der.  Bu nedenle, inkâr eden, kâfirdir. Bu ayetten, kuruntu, vehim ve hayal kusurları olmayan akıl sahipleri ders alır. Çünkü onlar, zahirin kendisinden müteessir olduğu ilim ile tahakkuk etmiş­lerdir. Vehim ile karışık olan akıllar, tezekkür ve tefekkür edemez ve bu ilim ile tahak­kuk edemez ve bu ilmi hıfz edemezler, anlayamazlar, saklayamazlar yeniden hatırlayıp kullanamazlar. Belki bu ilim, o akıllarda tereddüt yaratarak gider, durmaz, şüphe edildiği için akılda kalmaz.

Aynı kapsamda Dr. Stephen Hawking de “Her obje kendi özelliklerinin deposudur, bilgisinin, ilminin taşıyıcısıdır, kütlesi kara deliğe düşse dahi bu bilgi asla kaybolmaz” der. (1) Bilgi kaybolmaz, mevcut oluş aslına, kütlesi enerjiye dönüşünce, ilmi, bilgisi drape şeklinde çevresinde kalır. Küp şeker de şeker deposudur, şekerden başka bir şey yoktur, depo yoktur, yani sadece şekerdir. Şeker hücre içinde enerjiye dönüşünce şeker bilgisi beyinde iz bırakır.

            Ayetlerde kısaca değinilen kavramlar, örneğin, ilmin, bilginin şekil alması, cisimlenip, maddeleşip bedenleşmesi gibi, bilimsel olarak kanıtlanır. Maddî ve materyal olmayanın şekil alması ‘temessül’, cisimlenmek, ‘tecessüd’, cesedlenmek ve ‘hıfz ediciler’ deyimleriyle yer alır. Bu kapsamda hıfz edicilerin özel bir yeri vardır. Bunların bilim ve tekniğin derinliğine vakıf olabilme özelliğine sahip olduğu açıklanır.

            “Ruh, nurunu setrettiği, örttüğü zaman, nefis zulmeti gecesi; ruhun nuru tecelli ettiği zaman ruhun nurunun gündüzü oluşur. İlmin idraki örtündüğü zaman, şuur kapandığında, dalgınlık halinde nefsin, maddenin zulmet gecesi oluşur, insan karanlıkta kalır, çevresini veya çevresinde ne olup olmadığını bilemez, farkında olamaz. İlmin idraki ortaya çıkınca, şuur açılınca, anlayış ve idrakin parlaklığında ve aydınlığında, gündüz olur, her şey bilinir ve anlam kazanır. İdrak ve şuurun parlak ve sönük oluş hallerinin insanda buluşması durumunda, Rahmanın arşı olan kalbin vücudu zahir olmuş, ortaya çıkmış demektir. Çünkü kalp, nefis ile ruhun buluşmasından hâsıl olur. Kalbin bir yüzü ruha, Fuat kapısı olarak, bir yüzü de nefse, Sadır kapısı olarak, açılır. Kalp ruhtan bilgi ve hakikatleri alır. Kalp, nefis ile bilgi ve hakikatleri, sırları hıfz eder, sırlanan ilmin maddeleşmiş halini, derinliğine inerek, ayrıntısıyla bilir. Nefis, sırları gizler, kaydeder ve hafızada saklar, hakikatin manaları bu yüzünde temessül eder, cisimlenir, bedenleşir, şekil alır, biçimlenir.” (92 Leyl,1-2) Nebi Aleyhisselâm: «Beni gören, yalnız beni görür, çünkü şeytan benim suretimle temessül edemez» 

            Bir atomda yoğun iletişim ve etkileşim içinde olan elektromanyetik ‘kuvvetler’ vardır. Bozonların içindeki yoğunluk nedeniyle, atom kütle kazanır. ‘Bilgi yüklenebilen kuvvetler’ sayesinde, üç dört atomun bir molekül oluşturması harika ve üstlendiği görev bir mucizedir. Önce 24 saatlik bir zaman kavramına göre kodlu diğer bir molekül üretip ‘hücrenin protein yapan makinesine’ haber göndermesi hafife alınıp geçilecek bir oluşum değildir. Ayrıca, insanın her organı ne zaman ne yaptığını açıklayabilir, böylece yaşanan süre boyunca her yapılan bilinebilir. Kişiler bir bütün olarak veya organları ayrıca iş yaparken, ileride her şeyin bilineceği bilinciyle yapmalıdır. Herkes tarafından duyulacağından ve bilineceğinden emin olunduğunda saklı, gizli, kötü bir şey ne yapılır ne de söylenir. Dijital, elektronik bir ortamda, bir USB belleğinde olduğu gibi, kaydedilip saklanabilen olay ve eylemlerin tekraren izlenebilmesi, anlatılan ‘hıfz ediciler’ kavramına örnek gösterilebilir. İlmin bilgilerinin bir kısmı yazılım halinde biçimlenirken bir kısmı da donanım halinde şekil alır. Yazılım ve donanım, ruh ve beden insanda buluştuğu zaman kalp doğar ve her ikisini de cisimlenip, şekil alıp tüm halleriyle idrak eder ve yaşar. Kuran ilim halinde kalbe iner ve bir kısmı bedenleşerek nefsi oluşturur.

            “İnsanın bu isyanı, cezaya inanmayıp, yalanlamasından gelir. Bu ise gururdan daha büyük kabahattir. İnsanın, beyninin, sağ ve solunda, akılcı ve duygusal merkezler halinde, ilim ve sanat açılarından farklı, iki melek, yetenek vardır. Bunlar insanın tüm fiillerini, iş ve işlemlerini, düşüncelerini hıfz eyler, kaydeder, yazar. Bu şerefli, ikramı bol, cömert kâtipler işlerin nakışlandığı dünya ve sema âlemleridir. Kısaca günahlarınızın, yerde ve gökte, aleyhinize yazıldığını bilerek nasıl isyan etmeye cesaret ediyorsunuz?” (82.9,10)

            Yıldız tozu, gaz ve toz bulutu denizinde yüzenler birbirleriyle uyumlu halde olanlar birlikte süzülüp giderler. İyiler iyilerle, kötüler kötülerle, tozlar tozlarla, küller küllerle, beraber seyrederler.

            Hayvani nefis beden kabrinde, mezarında nefsi natıka, konuşan nefis, doğurgan nefis kızını helak, yok eder. Hayvani nefse, gazap ve şehvet günahlarıyla, konuşan nefsi nasıl istila edip helak ettiği sorulur. Kara deliğe düşen bir cismin bilgisi drape gibi çıkarılmasına rağmen cismin maddesi deliğe düşer ve yok olur, enerjiye dönüşür hiçlik olur. Hayvani nefis, yok olan cisim, işlediği günahlarını, kuvvet ve nüfus sayfalarını izhar eder, ortaya çıkarır. Ruh güneşinin kıvrılıp dürüldüğü vakitte bu sayfalar uçuşur, bilgiler diğer maddelerin üzerinde holografik görüntü şeklinde, iz halinde kalır. Yeniden diriliş zamanında, maddenin hayat kazanması halinde sayfalar neşrolunur, yayınlanır, aşikâr olur. Hayvani ruh denen akıl semasının giderildiği, tabiat cehenneminde kahır ve gazabın eseri olan ateş, mahcuplar için yakıldığında, her nefis hazırladığı, yaptığı şeyi bilir, unuttuklarını hatırlar. Lütuf ve rıza eserlerinin nimetlerini hak eden tevhit ehli de hazırladığını, yaptığını bilir, unuttuğunu hatırlar. Bilgi özelliğini geride bırakıp yokluğa düşen kuvvet, daha önce şirk içinde olduğunu idrak ederse, yeniden dirilişte hakkın kuvvet ve gücüyle yeni bilgilerle hayata döner. (81.7-14)

            Hıfz edici kuvvetler maddeleşir ama maddelerin birbirlerine karşı, kuvvetlerden ayrı, bir etkisi yoktur, olamaz. Canlılık, us, akıl gerektiren hareketler dizisi, bir ilmin, bir fikrin uygulanmasıdır. Madde, örneğin taş, bir düşünce üretmedikçe aksini düşünmek makul olur. Yani, “Özelliği, bir bilgisi veya ilmi olan, bir fikri gerçekleştirmek için hıfz edici kuvvetler birleşip, bir araya gelip toplanarak kütle oluşturur” demek akılcıdır. Eksi ve artı elektrik yüklü kutuplar ile kuzey ve güney kutuplu manyetik kuvvetlerin etkileşimleri, elektromanyetik kuvvetlerle birlikte, belirli alanlarda izdiham edip, toplanıp kütle oluştururlar. Bilimsel açıdan, “Nasıl oluyor bilinmiyor ama kuvvetler, bozonlar içinde toplanarak, gölge oluşturup, pıhtılaşır ve kütle oluşturur” ve madde oluşur. Bir hadis der ki: “Yüce Allah en evvel bir cevher, enerji, halk etti; cevhere celali ile nazar edince, cevher hayâsından eriyerek, taşıp yayılarak, kısmen su ve kısmen de ateş oldu.”

            Cevher de hayâsından, saygı veya edebinden, potansiyelinde olan taşıp yayılma özelliğinden, su ve ateşe dönüşmüştür.  Arştan, ilmin yüklenmesi, indirilmesiyle cevherin su ve ateşe dönüşümüne dikkat çekilmektedir. Her türlü dualite, artı eksi, gece gündüz gibi bu dönüşüme bağlanabilir. Bu durum Büyük Patlamada veya Güneşte ilk oluşan ‘maddenin plazma halini’ anımsatır. Oluşan her atom plazma halinden sonra oluşur.

            “Kur'an'ı Biz inzal eyledik, indirdik ve elbet onu Biz hıfzederiz, koruruz. (Hicr 15.9) “Kur’an, gayba iman edenlere hidayettir, onları basiret sahibi yapar, şifa verir, kalplerini temizler. Görüş ve uygulamalarla basiretlerini, kalp gözüyle görmelerini geliştirir. İnanmayanlar işitemez ve anlayamaz, gaflet içinde olduklarından Kur’an onlara nüfuz edemez. Hakk’ın görülüp idrak olunduğu nurun kaynağından uzak oldukları için gafletten uyanamazlar.” (41.44)

            Umarım biz de “Siz, Hakk’ın, hıfz edicilerinden, ilim yüklenebilen kuvvetlerinden oluştunuz. Siz, bu güç ve kuvvetlerin cisimlenmiş, cisimleşmiş halisiniz. Bedenlerinizden sıyrılıp çıkmanız, soyunmanız halinde durum apaçık görünür.” Hakikatini idrak edebiliriz.

27 Ocak 2019 Pazar

Haviye, Cehennemin Dibi!


            Haviye, Cehennemin Dibi!

            Bedenin terkibini, nelerden oluştuğunu, nelerin bir araya gelip ne ve nasıl oluştuğunu bilen, her şey için nasıl bir kudret gerektiğini iyi bilir. Yeniden diriltilen kimse halini ve bedenden tecerrüdünü de, sıyrılıp çıkmayı da, bilir, bedenin terkibini de bilir. Diriltilen birisi, diğer insanlara örnek olsun veya delil kılınsın diye diriltilir. Hikmet, müminin gaip olmuş malıdır. İnsanlar, altın ve gümüş gibi madendirler, bedenle örtünmüş olsalar da aslı ve özü değişmez. Her kişinin istidadının gerektirdiği kadar ilim, hazinelerinde saklıdır, gizlidir. Her kişinin fıtratında, ilmin tümü, mükemmelliğe götürecek şekilde henüz başkalaşmamış halde, mevcuttur. Üzüm taneleri insanı ve onun kısmî idrakini andırır. Süt ise kişinin yaşamını sürdürmesi için gereken beslenmeyi sağlar. Şarap, aşk, ilim, bilgi ve hakikatlere işarettir. İnsan üzüm gibi sıkılır, suyu çıkarılır ve eski yapısından kurtulup yeni bir yapılanmayla şarap, insan hakikatinin idraki, elde edilebilir. Şarabın sarhoşluğu insanı kendinden geçirerek aşka ulaşmasını sağlar, aşk ateşi de ilmin bilgiler ve hakikatler halinde ortaya çıkışını gerçekleştirebilir. İlmin tümünün idraki, incirin kendisine, insanın kısmî idraki ise incirin içindeki taneciklere benzer. Kişinin kendini bilmesiyle yapısının olgunlaşmak üzere başkalaşımı gerçekleşir. Bu ilk yapının çöküşü, harap olması ve göçüşüdür. Yapı taşlarının idraki külli idrake ve ilahi aşka götürür. Bu durum, haviye, göçmeye, göçük oluşumuna ve göçükte ilahi aşk ateşinin yanmasına, asar ateşine, eserler yaratan yanışa ve yeniden diriltilmeye gider.( 2.259)

            Manevi göklerden dünya göğü yani insan aklı seması, farklılaşma ile zenginleştirildi. Kuruntu ve hayal şeytanları tabiat çukurunda cismanî âlem haviyesinde, göçüğünde, azaptadır. (67.5)

            Yedi gaipten (guyubu sebadan) mahcup olmaları nedeniyle; beş duyu, gazap ve şehvet nefsanî kuvvetlerinin hakikati bilinmediği için, bilinmeyen yedi gaip geceyi temsil eder. Vücut, hayat, ilim, irade, semi, işitme, basar, görme, kudret ve kelamdan ibaret sekiz sıfat gündüzü temsil eder. İnsanların, bu yedi gece ve sekiz sıfat (sıfatı semaniye) rüzgârlarıyla zahir ve batınlarına etki edilir, kökleri kurutulur, hatta katledilir. Kendi nefisleriyle ayakta olduklarını ve yaşadıklarını düşünenlerin hayatları olmayan ölüler olduğu görülür. İçi boş hurma kütükleri gibi şeklen kuvvetli fakat hayatları ve manaları yoktur, birer haviyedirler, göçüktürler, hakiki vücutları ve değer verilecek anlamları yoktur. (69.7)

            Kıyametten sonra toplandıklarında, hareketi hissetmemeleri nedeniyle, zamanın nasıl geçtiğini anlayamazlar. Sorulduklarında çok az bir zamanın geçmiş olabileceğini bildirirler. Arzu ve istekleri doğrultusunda, kendi aralarında, sohbet edenler, zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz. Çünkü hareketten gafil olan, zamandan da gafil olur. Araları açık olmayanların, ayrılıkları fani olanların, muhabbetleri baki olur. Arzular farklı, istekler zıt, alışkanlıklar uyumsuz, birbirlerini tanımada çekingen, olursa kişiler, bir diğerini bilmek ihtiyacı duymaz. Bir diğerini tekzip ve inkâr edenler, işin sonunda muhakkak hüsran ve zarara uğrar. Böyle durumda, yaradılıştan gelen nur, batıl olur bilişmeye hidayet bulunmaz. (10.45)

 

            Kötü davranış ve nefsanî rezaletler açısından hafif olan kimse cismanî tabiat cehennemi çukurunun dibine düşmüştür. O kimse helak olmuştur ve helakine sebep olan, şiddetle yakıcı olan, asar ateşidir, eserler oluşturan ateştir, haviyededir. (101.8-10)

            Kıyameti; arif olan, ancak önceden, ilmi, Allah'ın ilmi ile mahıv olan, sonra, zatı Allah'ın zatında fani olan kimsedir, o kimse nasıl bilir, onun ilmi de zatı da yoktur. Kıyameti, ancak yalnız Allah bilir. Hak nurunun, cesetlerde gurubu veya Hak nurunun mağribinden tulûu vaktinden fazla durmamış gibidirler. Yani vahdette fena ile kıyameti görmeleri vaktinde kendilerinin asla vücutları olmadığını, vücutlarının bir tohumdan ibaret olduğunu iyiden iyiye bilirler. İşte «iki adımdır, attığın vakit vasıl oldun» diyenin muradı bu iki âlemdir ki kevenini, varlık iddianı, geçtiğin zaman, vasıl oldun demektir. (80.42-46)

            Evrende süpernova ve yıldızların doğumu ve ölümü bilimsel açıdan iyi bilinir. Haviyedeki ateş, çevredekileri yakar, çevredekiler toplaştığı için ateş oluşmaz. Uzay zamanda atılmış yün ve pamuk gibi yüzen yıldız gaz ve toz bulutu, beklide, çarpışarak çekim oluşturmaz. Kozmolojide yüzmekte olan kalıntıların çarpışmaları sonucu çekim oluşturabileceği düşünülür. Süpernovanın kalıntısından, örneğin, güneşin oluşumu için büyük bir basınç ve sıcaklığın gerektiği aşikârdır. Âlem ile Âdem’in ikiz olduğu söylenir. Seyri sülûkta, kendini bilme idrakiyle oluşan göçükte, aşk ile yanacak, ilahi aşk ateşi, asar ateşidir, eserler yaratır. Bu eserler müessirindir, vücudun mevcutlarıdır.

 

            Umarım biz de içimizde, doğru yolda, yapacağımız yolculukta, kalbimizin en derin noktasına iner, kendi göçüğümüzü idrak eder, asar ateşimizi yakabiliriz.