31 Ağustos 2016 Çarşamba

Kıyametin Büyüğü


            Kıyametin Büyüğü,

            Bilinmese de bazı olaylar vardır, olur. Olduğu zaman olay olur, fenomen, görüngü diyerek pekiştirilebilir, bazılarına iyi, bazılarına kötü görünebilir. Olacağından kuşku duyulsa da olacak olan, hep olan şey, mutlaka olacaktır. Önceden, hazırlık amacıyla, öğretilmesi ve hakkında bir şeyler öğrenilmesi gereği duyulur. Ölüm olayı, anlatılmaya çalışılan olaylara en tipik örnektir. Olunca olay olur, önceden kestirilemez ama bilinir. Hakkında çok şey öğretilmeye ve bilinmeye çalışılır. Ne öğrenilirse öğrenilsin yine de olur ve olunca olay olur. İşi daha ileri boyuta taşımak için ”İradî ölüm” (2.28) veya “Ölmeden önce ölmek” (42.17) kavramı yeterlidir. Her iki olay da ayetlerle açıklanmıştır. Hâkka suresinin ilk yedi ayeti de ‘ölüm’ kavramına büyük anlamlar yüklemiştir. İlk bakışta normal, doğal ölümü açıklıyor gibi görünse de aslında büyük kıyamet, ‘ölmeden önce ölme’ kavramı üzerinde durulmaktadır. Çünkü Resule “Sen nereden bileceksin? Daha önce öğretilmedi” denilmektedir.

            Hayvanlar uzmandır, her bir tür diğerine bir konuda üstündür. Bu üstünlük sayesinde yaşayabilir, diğer türü avlar ve neslini sürdürür. İnsan ise genel ve geniş kapsamlı yeteneklere sahiptir. Yetenekleriyle geliştirdiği araçlar ile de yalnız hayvanların değil bitkiler ve tüm doğanın da her yapabildiğini yapabilir. İnsan, bu açıdan bakıldığında tam bir sentez ve bütünleşme örneğidir, yok yoktur. Bu kapsamda, insan, gerçekten bir küçük evren, âlemdir. Sistematik öğrenime dün başlanmış olsa bile, insanın, bugün bilebildiği bilgilerin her bir kısmı ayrı bir ilim dalıdır. Fizik ve kimya gibi çeşitli alanlarda bilinenler ilmin sınırsız ve sonsuz olduğunu gösterir. Her alanda bilinenlerin ortak amacı sanki bilinmeyeni ortaya koymaktır. Sınırlı bilgiler bileneceklerin, ilmin, sınırsızlığını ortaya koyar. Bilinenler dairesi büyüdükçe çemberin dışındaki bilinmeyen büyür. Bilinen, kendini bilenden görünür!

            Enerjinin kütleye dönüşmesiyle oluşan maddeye ilişkin özellik ve bilgiler katlanarak büyür. Örneğin, atomu oluşturan parçacıkların hem birleşme hem de gelişme özelliği vardır. Kuantum âlemi kendine özgü ilim ve yasalara sahiptir. Aynı parçacığın hem atomu oluşturma özelliği hem de molekülü oluşturma potansiyeli vardır. Yanıcı ve yakıcı özelliklere sahip hidrojen ve oksijen atomlarının potansiyeli söndürücü olan suyu oluşturmaktır. Dünyada bulunan okyanuslardaki su, Güneş sistemimizin öncesindeki evrensel koşullarda oluşmuştur. Dünyayı oluşturabilen kütle, madde, ısı ve basınç koşulları dünya üzerindeki suyu oluşturamaya yeterli değildir. Bu kapsamda ağırlığının çoğunluğunu suyun oluşturduğu canlılık ve insanın oluşumu da daha büyük bir sistemi gerektirebilir. İnsanın, her türlü alt sisteminden ve onları oluşturan parçacık ve maddeden çok farklı özelliklere sahip olduğu ve belirli bir miktar atom yığını olmadığı açıktır. İnsanda, maddesinde olmayan bilinç vardır.

            Kitabımızda, suyun, ilmin sembolü olarak kullanıldığı bilinir. Birçok ayette de ‘madde denizi’ deyimi kullanılır. Madde denizinde, ilimle inşa edilen gemilerle yüzülür, kurtuluşa erişilir. İlmini artıran kişinin de kendini ilme adayarak toplumsal yaşamdan düştüğü düşünülebilir. Kendini içki ve kumara adayan kişilerin de helak oldukları, insanlıktan çıktıkları ve artık insan denemeyeceği, bitip öldükleri düşünülür. Çakal gibi uzmanlıkları sayesinde, benlikleriyle yaşayanlar, öğrenecekleri ilimle olay yaratacak kadar değişebilir.

            İnsanlığın gelişimi, insanların, öğrenimin ekol, okul, kurum ve kuruluşlarda hızlanması sayesinde, hızlı gelişimine paralel olmuştur. İlim, bilenlerin bilmeyenlere sistemli öğretimiyle öğrenildi. Yoğun öğretim ile öğrenim yoğunlaştı, bilen ile bilmeyen hızla ayrıştı. Âlim ile cahil arasında uçurum oluştu. Cehaletle ilişiğini kesenin bencil kişiliği, cahilliği ölmüş sayılabilir. Bu kişinin ilk kişiliği ilim suyunun tufanında helak olmuş denebilir. İyi okullarda başarılı olan gençlerin kısa zamanda kişilik değiştirecek kadar gelişimi dikkat çekicidir. Başarılı gençte öyle bir kişilik oluşur ki başarısız gençte olabilecek bozuk kişilik ile bir ilişkisi olamaz. Muhtemel bu bozuk kişilik tamamen ölmüş, helak olmuş, hatta ilimle kişi yeniden dirilmiş denebilir. Kitapta adı geçen Semud kavmi ilim suyu tufanında helak olanlar olabilir.

            Bir öğretmenden bilgi elde etmek onu dinlemekle başlar. Böylece, bilgi, bilmeyenin kulağından girer. Bu öğrenim sesli öğrenimdir. Kulağı delikler can kulağıyla dinleyip bilgi birikimi oluşturur. Âlimlerin konuşmalarından ise çok daha büyük ses, ‘gürleyen ses’ çıkabilir. Anlamayana davul zurna az, anlayana sivrisinek saz misali, kendi deneyimlerini aktaran âlim kişiler gürleyen sesleriyle diğer âlimlere ilham verir. Çok ses getirici keşif ve icatlar böylece ortaya çıkar. İlham gelenlere çok şey yeniden keşfedercesine aşikâr olur. Keşif ve buluş sahipleri kendilerini insanlığa adamış kişilerdir. Kişilik, benlik ve bencillikleri, ‘gürleyen sesle gelen’ bilgi alış verişindeki, beyin fırtınasındaki, ‘şiddetli rüzgâr ve fırtınayla mahvedilmiştir’ denebilir. Bireyin tüm düşüncesi odaklandığı ilim olur, kendisi yok, ilmi var, ilmiyle dirilir.

            İnsan ve insanlığın gelişimi, aklın bilgi edinme amacıyla kullanımına bağlıdır. Ego, benlik, cahillik, hayvani nefis, şehvet, gazap ve bencillikler ilim suyu tufanında helak olurlar. Bunlara Semud kavmi denebilir. Bu tufanda kurtuluşa erenler, öğrenimleriyle, örneğin şehvetlerini iffete dönüştürerek, yeni sıfatlarıyla doğup, yeni ilim ve ruhla dirilerek yaşarlar. Âlim sıfatına layık görülebilecek bu kişilerin bireysel kişilikleri de aynı ‘gürleyen sesle gelen şiddetli rüzgâr ve fırtınayla mahvolabilir’. Âlimler, hayatlarını uğruna adadıklarıyla kavuşmaları halinde, bu sıfatlarını da “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” deyip kaybeder, arif olur. Bunlara da Âd kavmi denebilir. Adı geçen kavimlerin durumu, “Tam teslimiyet içindeki Müslümanlar olarak can veriniz”, “Ölmeden önce ölünüz” (2.132) anlamındaki ayet ile de açıklanabilir. Adı geçen bu kavimler, böylece, Allah’ın rahmetine kavuşmuş olabilir.

             Ayetler yaşanan ve yaşanacakları açıklar. Evrensel olayların ardındaki ilim aynıdır. Kitabımız Furkan, uygulama, ilmini ayrıntılarıyla açıklar. Varlık âleminin ardında olup da gece gibi görünmeyen yedi mertebe, manada veya batında, perde arkasında olduğu için görünmez. Vücut, hayat, ilim, işitme, görme, irade, kudret ve kelamdan oluşan sekiz sıfat mertebesi ise gündüz gibi maddede, zahirde, açıktadır. Bâtıni değerleri olmayan insanlar, içlerine ve dışlarına etki eden, şiddetli rüzgâr ve fırtınadaki içi boş kuru hurma kütükleri gibidir. Bu insanlardan oluşan kavim, dıştan, şeklen kuvvetli gibi görünür ama aslında hayatları ve manaları yoktur. Bilgi ve ilim bilen veya bulanın değildir. İlim, kişiyi, sahibine götürmelidir. Batın ve zahirde görünen ilimle bireysel kişilikler helak olur, kişi fena bulur.

            Umarım okuyup, düşünüp, ibret alıp evrenin ardındaki gerçeğin aslını idrak edebiliriz.

9 Ağustos 2016 Salı

Sohbet Muhabbete Dönüşmeli


            Sohbet Muhabbete Dönüşmeli

            Hep okumaya çalıştım. Okuyup bileyim istedim. Babam okumamı istemişti. Hacı bey, Bursa Ulu Cami eşrafından, kayınpederim Ahmet Hançer, okumakla olmaz dedi. “Makam sahibi olursun ama adam olamayabilirsin” denmesi anlamlıydı. Ya tekerleği yeniden keşfedecektim ya da bilinen yolu izleyecektim. Sohbetlere katıldım, sağ olsunlar. Kulağı delik olmak neymiş anladım. Kulağıma kar suyu kaçtı. Bu su, gökten gelirdi, çok saf ve temizdi. Saf su peşinde koşmakla hem Nuh’un gemisini hem de Resulün sefinesini anladım. Madde denizinde yüzdürürken, kulak deliği sayesinde, gemimi nefsin korsanlarına kaptırmadım. Sefinenin hedefi ise benliğimi kurtarmaktır. Böylece bilen ile bilmeyenin bir olamayacağını anladım. Bir küçük gerçeği idrak ettim sayılır: Görünen, görenin görüntüsüdür!

            Kişiyi, maddeyi, eşyayı ulu veya kutsal yapan, olduğu yer değil geldiği yer imiş. Ne olduğumuz değil, nerden gelip ne olacağımız önemli gibi. Ulu cami de cüssesinin veya taşlarının büyüklüğü nedeniyle ulu değilmiş. Ulu kişilerin buluştuğu yer olduğu için ulu denmiş. Öyleyse bir kişi nasıl ulu veya büyük insan olabilir? Kimse kendine büyük veya ulu demez. Belki de her bildiğini Hak bilen ve her gördüğünü Hak görene, halk, olgun, büyük, ulu, yüce insan diyordur. Tüm çevresini, dünyasını ve evrenini Hak görene biz de Hak diyebiliriz. Hak denilene, görüşünü değiştirmeme şartıyla, Hak demeye devam edilebilir. Bir küçük sapma felakete götürür. Örneğin, ben veya biz Hakka daha yakınız denmesi, yanılgıların anası olur. Çünkü “Şah damarına yakınlık” kapsayıcıdır. Tek yol sohbetin muhabbete dönüşmesidir.

            Sohbet nedir, nasıl muhabbete dönüşür önemlidir. Bir kişinin ders verdiği derslikte sohbet edilmez. Bir öğretmen öğretiyorsa bu ders vermek olur. Sohbet, bu açıdan, eşitler arasındadır. Aynı bilgileri paylaşan eşitler bir konu üzerinde konuşabilir. Dünya veya evren ile ilgili bir konuda ilgili profesörler bile görüş ayrılığına düşebilir. Yalnız sevgi paylaştıkça büyür dense de bir canlı veya eşyayı eşit düzeyde seven bulmak zordur. Birbirlerini sevenlerin sevgiyi paylaşması da uzun sürmeyebilir. Allah’ın ilmi ile Allah sevgisi hakkında sohbet etmek ayrıcalık olabilir. Bu sohbette kişilere özgü kişilik, benlik ve bencillik olamadığı için paylaşım değil katkı ve katılım olur. Aşk söz konusu ise akıl da duracağı için sohbet muhabbete dönüşür. Aşk ile muhabbet ulaşılabilecek son noktadır. Âşık ile maşuk veya seven ile sevilenin muhabbetine doyum olmaz denir. Sevişmenin tanımlanması zordur.

            Muhabbet insanın kendini bilmesine bağlıdır. İnsan nerden gelip nereye gittiğini bilmeli. Hayatı yaşamak güzeldir ama eğer bir amacın oluşu bilinirse. Hedefi olmayan yelkenliye hiçbir rüzgâr yardım edemez. Verilmiş olanların neden verildiği bilinmeli. İnsanın ilk ve son günde ne kadar aciz olduğu gözden kaçmamalı. Doğadan ve doğuştan gelenlerle çevreden alınanlara sahip çıkmakta dikkat edilmeli. Para bulanın değil, bilgi de öyledir. Kendini bilen kendini sahiplenmez. Herkesi de kendisi gibi bilir. “Olacak olan olur. İş olacağına varır. Akacak kan damarda durmaz” gibi hayatın derinliklerinden gelen deyimlere inansak da iyi bilsek de elimizden geleni yaparız. Dünyayı durdurmaya çalışırız. Her şey olduktan sonra, iş, biz de bir parçası olduğumuz halde, bittikten sonra denilecekler denir. Oluşumun tümünün bizimle tamam olacak şekilde oluştuğunu idrak ettiğimizde sohbet edilirse muhabbet olur.

            Bilimsel açıdan bakıldığında, Büyük Patlamadan itibaren bir ve tek enerjinin, kütle kazanarak, oluşumları izlenir. Her şeyin temelinde ışık hızında yayılan elektromanyetik radyasyon vardır. Göze gelen kısmına ışık denir, enerjisi ‘kuanta’ olarak ölçülür, foton olarak yayılır. Kuantum âleminin gizemli yapısı vardır, “Her şey önceden belirlenmiştir” dedirtir. Genel görelilik yasalarına göre uzay ve zaman ayrımının yapılmaması, uzay-zamanın bir birleşik alan oluşturması da gizemlidir denebilir. Çünkü kütlenin uzay-zamanı bükmesi nedeniyle düz çizgide seyreden ay ve dünyanın yörüngeleri eğri görünür. Bilimsel gerçeklere vakıf bilim insanları “Tanrının nasıl düşündüğünü bulmaya çalışıyoruz” derler. Gerçek birdir, ayette belirtildiği gibi “Allah yerlerin ve göklerin nurudur.” (24.35) Zaten kanıtlanmıştır ki yerler ve gökler kütle kazanan enerjinin ışık, parıltı ve parlaklığından oluşmuştur.

            Din, tüm evrenden geçip, Allah’a giden yoldur ve sabah olunca gözün görmesi kadar kolaydır. İnsanlar ayetleri uyguluyor değil, ayetler insanların yaptıklarını ve yapacaklarını açıklıyor. İnsan okur, düşünür, ibret alır, tefekkür ederek hareket eder. Bilgi edinir ve bilgisini uygulayarak ilme itaat etmiş olur. Kendisini irşat eden, yetiştiren ve oluşturan ilme tabi olarak yani biat ederek, secde ederek, namaz kılmış olur. Her eylem ve olayın ardında aynı kuvvet, kudret ve güç vardır, kaynağı aynıdır. Hareket eden enerji bunu atom olarak da yapar, elektron veya foton olarak da. Bir atoma bile sahip olamayan insan, aklının da verilmiş bir nimet olduğunu idrak eder. Organlarının nasıl çalıştığını bilemez. Kendisine secde eden meleklerin, bu melekelerinin sentezini önce bilemez. Sinir ve sindirim gibi tüm alt sistemler birbirini etkiler, hepsi birden kişiyi oluşturur. Bilmek için bilen sıfatına sığınma gereği duyar. Emaneten sahip olduklarının şükrü içinde hareket eden kişi, nefsini kalbine yönlendirir. Kalbindeki sıfatların da zatından kaynaklandığını anlayacaktır. Bu şekilde ve bu düzeyde ele alınacak her konu üzerinde yapılacak sohbet muhabbete dönebilir.

            Muhabbette menfaat olamaz. Kişinin benlik ve bencilliğindedir nefsanî menfaat. Muhabbette katılım ve katkı vardır, almak yok vermek var gibidir. Zevk edilen her şeyin keyfi sürülür, lezzeti alınır, ayrılıp ayıldığında kişi damak tadını anımsar. İçten kaynayarak gelenler paylaşılır. Benimsenip sahiplenilmeyen bilgi ve duygu paylaşımı sahip çıkılıp götürülemez. Bir sonrakine hazırlanıp sohbet sırasında çekmeceden çıkarmak olmaz. Senlik benlik ile oturulan sofrada karın doyurulur. Karın doyurma kalbin duygularıyla olamaz. Kalp ruhtan alınanlarla doyar. Bu doyum dolgunluk yaratmaz. Kalbin arınmasında letafet vardır, kesafet yoktur. Enerjinin kütle kazanmış haline madde denmesi, mana ile kıyaslanarak, anlam kazanır. Madde manaya tabi olur, her şeyin ardında ilim olduğu idrak edilir. Kişi bilen olduğunda ilim bilinen olur. Bilgi bilen, ilme sahip olamaz. Fizik bilen fizik ilminin sahibi değildir.

            Muhabbet ortamında, kendisini kastetmedikçe, herkesin ben deme hakkı vardır. Hak, halk olarak görünür, kısaca halk zahir, Hak batındır. Allah’ı gayrisi değil, ehli bilir ve Allah’ın ilmi ile bilir. Umarım bizim de tevhit sohbetimiz muhabbete dönüşür.