İlmi Hıfz Eden Kuvvetler
Göklerin
ve yerin muhafazası, Yaratıcıya ağırlık vermez, manevî âlem onun batını,
suretler âlemi onun zahiridir, onunla mevcutturlar, gayri değillerdir. (2.255)
“Sizin
üzerinize gönderilen hıfz edici kuvvetler Hakkın kuvvetleridir. Bu kuvvetler
merkezî kontrol altında yerinden yönetilirler, özgürce hareket ederler. Sizler
tabedilmiş ve basılmış nüshalar halindesiniz. Bedenden sıyrılıp çıkmanız
halinde durum size apaçık aşikâr olur. Söz konusu olan kuvvetler, sizlere
münasip suretlerle temessül eder, suretleşir, cisimlenir, bedenleşirler.
Suretlerin bir kısmı ruhanî latif kuvvetler, bir kısmı da cismanî kesif
kuvvetler halinde oluşur. Suretler, hayvanlar bitkiler gibi her çeşit canlılar
ve organları halinde de oluşabilir, teşekkül edebilir. Organlar, hal lisanıyla
yapmış oldukları işleri, göz gördüğünü, kulak işittiğini gibi, kendilerine
söyler. Hafıza, tüm olay ve eylemlerin ayrıntılarıyla nakşolunduğuna işaret
edilen ‘semavî kuvvetler’ olarak bilinir. Ruhunun bedenden ayrılması anında bu
nakışların tümü zahir olur, kişinin kendisine görünür. Her kişinin her ameli
ayrıntılı bir şekilde kendisine sayılır, gösterilir.” (6.61)
“İlim, kalpte kök
salıp sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette damarlarıyla nefiste
yerleşendir. Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir
organ veya aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her
şey ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için
cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan
saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, değerli ilmin eseri olduklarını,
ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu
ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve
bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda
durmaz, gider.” (39.9)
Uygulaması
olmayan ilim, gerçek ilim değildir. Böyle bir ilim kalıcı olmayan, çabuk
kaybolan, yalnız tasavvur edilen hayali bir ilimdir. Böyle ilim, kalbi
güçlendirmez, açlığını gidermez, doyurmaz. Âlim, ilmin ‘şey’ ile aynı olduğunu,
ayrı ve gayri olmadığını bilendir. Her şey ilminin aynısıdır. Cahil, ilmin
azalardan, organlardan, objelerden ayrı ve gayrı olduğunu zanneder. İlim başka,
madde başka der. Bu nedenle, inkâr eden,
kâfirdir. Bu ayetten, kuruntu, vehim ve hayal kusurları olmayan akıl sahipleri
ders alır. Çünkü onlar, zahirin kendisinden
müteessir olduğu ilim ile tahakkuk etmişlerdir. Vehim ile karışık olan
akıllar, tezekkür ve tefekkür edemez ve bu ilim ile tahakkuk edemez ve bu ilmi
hıfz edemezler, anlayamazlar, saklayamazlar yeniden hatırlayıp kullanamazlar.
Belki bu ilim, o akıllarda tereddüt yaratarak gider, durmaz, şüphe edildiği
için akılda kalmaz.
Aynı kapsamda Dr. Stephen Hawking de “Her obje kendi
özelliklerinin deposudur, bilgisinin, ilminin taşıyıcısıdır, kütlesi kara
deliğe düşse dahi bu bilgi asla kaybolmaz” der. (1)
Bilgi kaybolmaz, mevcut oluş aslına, kütlesi enerjiye dönüşünce, ilmi, bilgisi
drape şeklinde çevresinde kalır. Küp şeker de şeker deposudur, şekerden başka bir şey yoktur,
depo yoktur, yani sadece şekerdir. Şeker hücre içinde enerjiye dönüşünce şeker
bilgisi beyinde iz bırakır.
Ayetlerde
kısaca değinilen kavramlar, örneğin, ilmin, bilginin şekil alması, cisimlenip,
maddeleşip bedenleşmesi gibi, bilimsel olarak kanıtlanır. Maddî ve materyal
olmayanın şekil alması ‘temessül’, cisimlenmek, ‘tecessüd’, cesedlenmek ve
‘hıfz ediciler’ deyimleriyle yer alır. Bu kapsamda hıfz edicilerin özel bir
yeri vardır. Bunların bilim ve tekniğin derinliğine vakıf olabilme özelliğine
sahip olduğu açıklanır.
“Ruh,
nurunu setrettiği, örttüğü zaman, nefis zulmeti gecesi; ruhun nuru tecelli
ettiği zaman ruhun nurunun gündüzü oluşur. İlmin idraki örtündüğü zaman, şuur
kapandığında, dalgınlık halinde nefsin, maddenin zulmet gecesi oluşur, insan
karanlıkta kalır, çevresini veya çevresinde ne olup olmadığını bilemez,
farkında olamaz. İlmin idraki ortaya çıkınca, şuur açılınca, anlayış ve idrakin
parlaklığında ve aydınlığında, gündüz olur, her şey bilinir ve anlam kazanır.
İdrak ve şuurun parlak ve sönük oluş hallerinin insanda buluşması durumunda,
Rahmanın arşı olan kalbin vücudu zahir olmuş, ortaya çıkmış demektir. Çünkü
kalp, nefis ile ruhun buluşmasından hâsıl olur. Kalbin bir yüzü ruha, Fuat
kapısı olarak, bir yüzü de nefse, Sadır kapısı olarak, açılır. Kalp ruhtan
bilgi ve hakikatleri alır. Kalp, nefis ile bilgi ve hakikatleri, sırları hıfz
eder, sırlanan ilmin maddeleşmiş halini, derinliğine inerek, ayrıntısıyla
bilir. Nefis, sırları gizler, kaydeder ve hafızada saklar, hakikatin manaları
bu yüzünde temessül eder, cisimlenir, bedenleşir, şekil alır, biçimlenir.” (92
Leyl,1-2) Nebi Aleyhisselâm: «Beni gören, yalnız beni görür, çünkü şeytan benim
suretimle temessül edemez»
Bir atomda yoğun iletişim ve etkileşim içinde olan
elektromanyetik ‘kuvvetler’ vardır. Bozonların içindeki yoğunluk nedeniyle,
atom kütle kazanır. ‘Bilgi yüklenebilen kuvvetler’ sayesinde, üç dört atomun
bir molekül oluşturması harika ve üstlendiği görev bir mucizedir. Önce 24
saatlik bir zaman kavramına göre kodlu diğer bir molekül üretip ‘hücrenin protein
yapan makinesine’ haber göndermesi hafife alınıp geçilecek bir oluşum değildir.
Ayrıca, insanın her organı ne zaman ne yaptığını açıklayabilir, böylece yaşanan
süre boyunca her yapılan bilinebilir. Kişiler bir bütün olarak veya organları
ayrıca iş yaparken, ileride her şeyin bilineceği bilinciyle yapmalıdır. Herkes
tarafından duyulacağından ve bilineceğinden emin olunduğunda saklı, gizli, kötü
bir şey ne yapılır ne de söylenir. Dijital, elektronik bir ortamda, bir USB
belleğinde olduğu gibi, kaydedilip saklanabilen olay ve eylemlerin tekraren
izlenebilmesi, anlatılan ‘hıfz ediciler’ kavramına örnek gösterilebilir. İlmin
bilgilerinin bir kısmı yazılım halinde biçimlenirken bir kısmı da donanım
halinde şekil alır. Yazılım ve donanım, ruh ve beden insanda buluştuğu zaman
kalp doğar ve her ikisini de cisimlenip, şekil alıp tüm halleriyle idrak eder
ve yaşar. Kuran ilim halinde kalbe iner ve bir kısmı bedenleşerek nefsi
oluşturur.
“İnsanın bu
isyanı, cezaya inanmayıp, yalanlamasından gelir. Bu ise gururdan daha büyük
kabahattir. İnsanın, beyninin, sağ ve solunda, akılcı ve duygusal merkezler
halinde, ilim ve sanat açılarından farklı, iki melek, yetenek vardır. Bunlar
insanın tüm fiillerini, iş ve işlemlerini, düşüncelerini hıfz eyler, kaydeder,
yazar. Bu şerefli, ikramı bol, cömert kâtipler işlerin nakışlandığı dünya ve
sema âlemleridir. Kısaca günahlarınızın, yerde ve gökte, aleyhinize yazıldığını
bilerek nasıl isyan etmeye cesaret ediyorsunuz?” (82.9,10)
Yıldız tozu,
gaz ve toz bulutu denizinde yüzenler birbirleriyle uyumlu halde olanlar
birlikte süzülüp giderler. İyiler iyilerle, kötüler kötülerle, tozlar tozlarla,
küller küllerle, beraber seyrederler.
Hayvani
nefis beden kabrinde, mezarında nefsi natıka, konuşan nefis, doğurgan nefis
kızını helak, yok eder. Hayvani nefse, gazap ve şehvet günahlarıyla, konuşan
nefsi nasıl istila edip helak ettiği sorulur. Kara deliğe düşen bir cismin
bilgisi drape gibi çıkarılmasına rağmen cismin maddesi deliğe düşer ve yok
olur, enerjiye dönüşür hiçlik olur. Hayvani nefis, yok olan cisim, işlediği
günahlarını, kuvvet ve nüfus sayfalarını izhar eder, ortaya çıkarır. Ruh
güneşinin kıvrılıp dürüldüğü vakitte bu sayfalar uçuşur, bilgiler diğer
maddelerin üzerinde holografik görüntü şeklinde, iz halinde kalır. Yeniden
diriliş zamanında, maddenin hayat kazanması halinde sayfalar neşrolunur,
yayınlanır, aşikâr olur. Hayvani ruh denen akıl semasının giderildiği, tabiat
cehenneminde kahır ve gazabın eseri olan ateş, mahcuplar için yakıldığında, her
nefis hazırladığı, yaptığı şeyi bilir, unuttuklarını hatırlar. Lütuf ve rıza
eserlerinin nimetlerini hak eden tevhit ehli de hazırladığını, yaptığını bilir,
unuttuğunu hatırlar. Bilgi özelliğini geride bırakıp yokluğa düşen kuvvet, daha
önce şirk içinde olduğunu idrak ederse, yeniden dirilişte hakkın kuvvet ve
gücüyle yeni bilgilerle hayata döner. (81.7-14)
Hıfz edici kuvvetler maddeleşir ama
maddelerin birbirlerine karşı, kuvvetlerden ayrı, bir etkisi yoktur, olamaz. Canlılık, us, akıl gerektiren
hareketler dizisi, bir ilmin, bir fikrin uygulanmasıdır. Madde, örneğin taş,
bir düşünce üretmedikçe aksini düşünmek makul olur. Yani, “Özelliği, bir
bilgisi veya ilmi olan, bir fikri gerçekleştirmek için hıfz edici kuvvetler
birleşip, bir araya gelip toplanarak kütle oluşturur” demek akılcıdır. Eksi ve
artı elektrik yüklü kutuplar ile kuzey ve güney kutuplu manyetik kuvvetlerin
etkileşimleri, elektromanyetik kuvvetlerle birlikte, belirli alanlarda izdiham
edip, toplanıp kütle oluştururlar. Bilimsel açıdan, “Nasıl oluyor bilinmiyor
ama kuvvetler, bozonlar içinde toplanarak, gölge oluşturup, pıhtılaşır ve kütle
oluşturur” ve madde oluşur. Bir hadis der ki: “Yüce Allah en evvel bir cevher,
enerji, halk etti; cevhere celali ile nazar edince, cevher hayâsından eriyerek,
taşıp yayılarak, kısmen su ve kısmen de ateş oldu.”
Cevher de
hayâsından, saygı veya edebinden, potansiyelinde olan taşıp yayılma
özelliğinden, su ve ateşe dönüşmüştür. Arştan, ilmin yüklenmesi,
indirilmesiyle cevherin su ve ateşe dönüşümüne dikkat çekilmektedir. Her türlü
dualite, artı eksi, gece gündüz gibi bu dönüşüme bağlanabilir. Bu durum Büyük
Patlamada veya Güneşte ilk oluşan ‘maddenin plazma halini’ anımsatır. Oluşan
her atom plazma halinden sonra oluşur.
“Kur'an'ı Biz inzal eyledik,
indirdik ve elbet onu Biz hıfzederiz, koruruz. (Hicr 15.9) “Kur’an, gayba iman
edenlere hidayettir, onları basiret sahibi yapar, şifa verir, kalplerini
temizler. Görüş ve uygulamalarla basiretlerini, kalp gözüyle görmelerini
geliştirir. İnanmayanlar işitemez ve anlayamaz, gaflet içinde olduklarından
Kur’an onlara nüfuz edemez. Hakk’ın görülüp idrak olunduğu nurun kaynağından
uzak oldukları için gafletten uyanamazlar.” (41.44)
Umarım biz de “Siz, Hakk’ın, hıfz edicilerinden, ilim
yüklenebilen kuvvetlerinden oluştunuz. Siz, bu güç ve kuvvetlerin cisimlenmiş, cisimleşmiş
halisiniz. Bedenlerinizden sıyrılıp çıkmanız, soyunmanız halinde
durum apaçık görünür.” Hakikatini idrak edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder