İnsan İlmin
Kaynağıdır
Kitabımızda
okuma ve ilim öğrenme çok geniş kapsamlı olarak işlenir. Bazen doğal koşullar
bazen de beşeri koşullar, insanı, bilgi edinmeye, öğrenmeye ve uygulamaya
zorlar. En normal koşullarda bile yaşamak, düşünmeyi, seçenekler arasından seçim
yapmayı, en uygun olanı uygulamayı gerektirir. Her karar bir bilgi işlem
sürecidir. Daha fazla bilgiyi öğrenmek istemek duyulan ihtiyaca bağlıdır. İnsan
neye ve ne kadar ihtiyaç duyarsa onlara ulaşmak için öğrenmek ve bilmek ister.
Duyulan ihtiyaç yeme, içme, barınma ve örtünme gibi temel ihtiyaçlar da
olabilir, korunma ve güvenlik, hatta sosyalleşme gibi üst düzey ihtiyaçlar da
olabilir. Duygular, algılanan ihtiyaçları karşılamak için vardır veya
verilmiştir. Algılarla algılanan ortamlarda, ihtiyaç duyulan her şey çevrede
bulunan veya geliştirilenlerle karşılanır.
“Biz,
inananlar için, görme, işitme, dokunma, tat alma ve koklama gibi beş dış duyu
ve adalet, vicdan, zekâ, hayal gücü, fikir, feraset gibi beş de iç duyuya ek
olarak teorik, kuramsal ve pratik, amelî, uygulamalı ilim olmak üzere 12 vekil
gönderdik. Ben, sizinle beraberim, size yardım
ederim.” (5.12) “Nefis asasını, fikir ile dimağı taşına vurunca,
dimağından on iki göz ilim kaynadı. İnsanların her birisi, bilim insanı veya
sanatkâr olarak, ehil olduğu ilmin kaynağını bildi. İnsan nefsi, bu on iki ilim
kaynağından, kirlenerek de temizlenerek de çıkabilir. İlim kaynaklarını yanlış
kullanmak huzursuzluk verir. Huzursuz ortamlarda, kötü niyetlerle kullanılacak
bilgi ve ilim kaynakları, insanlar için kötü sonuçlar doğurur. Huzurda, huzur
içinde olunan ortamlarda, iyi niyetle yararlanılacak ilim kaynakları, kişi ve
topluma yararlı olur.” (2.60) “Namaz, huzur nuru ile batınları nurlanmış ve
Hakk’a teveccüh ile nefis cehennemine düşmekten kurtulmuş olsunlar diye farz
kılınmıştır. Toplumsal arınma amacıyla da haftanın sonunda Cuma günü toplu
ibadet farz kılınmıştır.” (2.64) Her yeni bilimsel buluş, bu on iki ilim
kaynağına tabi olarak, biat ederek, yapılan çalışmalarla elde edilmiştir.
“Günlük hayatta
çevresinde muhteşemin ihtişamını görerek, kalp huzuru içinde oluşuyla ve huşu
duymasıyla, namaz kılan kişi Hak ile meşgul olduğundan faydasız şeylerden
kaçar, yüz çevirir ve benlik sıfatından vazgeçerek yani zekât vererek,
huzur ve hazlarının fazlasından kaçınır. Lezzet, şehvet ve hazlarının hukukuna
riayet ederek koruyan yakin sahibi müminler kurtuluşa götüren mevte ermişler,
kapısına kadar gelmişlerdir. Hukukun dışına çıkanlar, fazlaya kaçanlar, nefsin
peşine düşerek nefsin isteklerini yerine getirdiklerini düşünenler, nefislerine
düşmanlık ederler.” (23.1-2) “İlim,
Hakk’ın gölgesidir.” (25.45) “Bu nedenle doğrudan Hakk’ın bir parçası olan
ve henüz cisimleşmemiş olan ilim ve fikir kutsaldır. Düşünme ve fikir
üretme yeteneğini, kutsallık nedeniyle, terbiye etmeye gerek yoktur. Düşünme,
düşünerek fikir üretme gücü ve kuvvetini, kutsallığı nedeniyle, terbiye etmeye
gerek duyulmaz, cisim ve cesetten arınmış olması nedeniyle de fena etmeye,
fani olmasına gerek yoktur. Düşünebilme, fikir üretme yetisi kısa zaman içinde,
bir anda, zahir olabilir ve bir anda bir fikir ortaya çıkabilir ve delillerle
yön değiştirerek tüm kıyaslamaları birleştirip senteze ulaşabilir. İlim ve
cisim âlemleri ayrı iki âlemdir. Ayrıntılı incelemelerle bilinmeye çalışılan
kısmî parçalardan, bütüne ve onu oluşturan fikrin kendisine ulaşmak mümkün
değildir. Fikir sayesinde ancak iki âlem idrak edilebilir.” (27.22)
“İlim, kalpte kök salıp,
sahibine muhalefeti mümkün olmayacak surette, damarlarıyla nefiste yerleşendir.
Et ve kan ile karışarak azalarda eseri zahir olan ilimdir. Hiçbir organ veya
aza ilmin gerektirdiği hallerden, ilminden ayrı ve gayrı olamaz. Her şey
ilminin aynıdır. Bu ilmi, kâfir oldukları, inanmayı inkâr ettikleri için
cahiller anlayamaz. Bu nasihatleri kuruntu ve tahayyül sınırlamaları olmayan
saf akıl sahipleri anlar. Çünkü onlar zahirin, değerli ilmin eseri olduklarını,
ilim ile tahakkuk ettiklerini, ilimle gerçekleştiklerini anlamışlardır. Kuruntu
ile karışık akıllar tezekkür ve tefekkür edemez, bu ilimle tahakkuk edemez ve
bu ilmi anlayamazlar. Bu ilim tereddüt ve şüphe ettikleri için o akıllarda
durmaz, gider.” (39.9)
İnsan,
uğruna gökten kitap inecek kadar şerefli ve değerli, ancak çevreyi bildiği
halde kendini bilemeyecek kadar küçük ve değersiz, bir varlıktır. Kendisine
verilen donanımı kullanabildiği kadar büyük ama kullanamadığı kadar da
küçüktür. Sahip olduklarının kıymetini bilmesi halinde on iki kaynağından da
ilim nehirleri akar. Tüm ilimlerin akıp doldurduğu ilim deryasında yaşar. Her
şeyin kendisine verilmiş olduğunu anlayıp huzur ve sükûn içinde olur. Bireysel
ve toplumsal değerlerini takdir edip, huzurda olduğu için şükreder. Foton adı
altında güneş enerjisini kullanarak birleşen su ve karbon dioksit gazının şeker
ve oksijene dönüşmesi mucizesi hayatın temelini oluşturur. Bunu yapabilen
bitkilerin, otların oluşturduğu temel üzerine otu ete, süte ve bala çeviren
hayvanlar doğaya hizmet eder. Doğadan ve doğaya hizmet edenlerin tümünden
yararlanıp da ilim üretmesi beklenen insan da kendinden bekleneni yapmalıdır.
İnsan da kendinden beklenen ‘bilinci’ üretmelidir. Akıl etme ve fikir üretme
gücü, kendisine verilmiş kutsal yetenekler, melekeler, meleklerdir. İnsan,
ilmin kaynağıdır ve insandan ilim kaynamalıdır, en azından kendini bilmelidir.
Hayvanlar
arasında pek fark yoktur. İçgüdüleriyle hareket ederler. Ne ve ne kadar
verilmişse, onları ve o kadar kullanır, yaşamlarını ve nesillerini sürdürürler.
İnsan ise bilgisi arttıkça farklılaşır, doğada uyumlu farklılaşmayı, ‘şey’lerin
farklılıklarının belirginleşmesini idrak eder. ‘Arif’ olanlar, olanların ve tüm
oluşumların ‘düzenlenmiş’ bir şekilde mükemmelliğe, kemale, olgunluğa giden farklılaşış
olduğunu idrak eder ve ‘Düzenleyiciyi’ arar. ‘Âlim’ olanlar ise muhteşemin
ihtişamını izleyip, haşyet duyup, ‘bunlar bir merkezden düzenlenemeyecek kadar
muhteşem’ ancak ‘rastgele’ veya ‘kazaen’ olabilir diyebilir.
Umarım, biz
de arif olan âlimlerden olabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder