29 Kasım 2017 Çarşamba

Nefsin Nikâhı


            Nefsin Nikâhı

            Beden, kalbin maddeye bağlı ve bağımlı, kesif, cisimleşmiş kısmıdır. Sağlam kafa sağlam vücutta olur. Kalp için bedenin sağlık ve sıhhati önce gelir. Nefis, bedenin kemalini, olgunluğunu sağlamaktan sorumludur ama önce sağlık. Beden sağlığı sağlanmadıkça nefsin manevi olgunluğunu sağlayıcı basireti açılmaz, idraki saf olmaz ve rüştünü ispat edemez. Ulvi bilgilerden rızkını almadığı sürede de nefis yetim sayılır. Yetimler nikâhlandığı zaman rüştünü kanıtlamış olur ve kendilerine hakları olan malları verilir. Doğal olarak insanın çocukluk evresinde, bedensel organları yeterince gelişinceye kadar, insanlık konusunda olgunlaşması beklenmez. Bu devrede nefis, bedenle meşgul, onunla dalgındır ve kendi kemalinden gafildir.

            Bedensel organlar olgunlaşınca, nefis, bu organları manevi olgunluğuna erişmek amacıyla kullanabilir. Örneğin aklı iyi ile kötüyü ayırt etme gücüne ulaşınca ve bedensel ihtiyaçlar azalınca, kişi aklıyla insanlığın tahsiline gayret gösterir, böylece nefis de olgunlaşmaya başlar. Nefsin akıl basireti açılır, fıtratında kazılı ilmi ile yaradılışı zahir olur, beşiğinde uykusundan uyanır ve gaflet uykusundan yakaza haline geçer, cevherinin kutsallığını anlar, yerini, merkezini ve amacını anlar.

            Bu gelişmenin iki nedeni vardır. Birisi organlarını kullanma yetkisidir. Örneğin aklını kullanmaya yetkilidir. İkinci neden de bedenle daha az meşgul olup, azaların bedene tahsisinden feragat edebilir. Örneğin, aklı bedensel ihtiyaçların karşılanmasında daha az kullanıp, aklın tamamen bedensel sağlığa tahsisinden feragat edilebilir. Ancak büyümenin, aklı başında olmanın uzun süre alması ve bedensel gelişimin kuvvet ve şiddete eğilimli olması nedeniyle, nefis kendiliğinden ve kendi kendine, tamamen ulvi yöne dönük, aklın olgunluğuna ve kutsal arzuların tahsiline soyunamaz, girişemez.

            “Kırk yaşlarında, insan, hakikati arar. Nefis, fıtratına, yaradılışına uygun fedakârlıklar yapar. Kendi âlemine döner ve yaradılışının nurları ışıldar, olgunlaşma arzuları şiddetlenir. Bu durumda hakikat yetimlerinin kefili, kayyumu olan Ruhulkuds, kutsal ruh, kutsala veya kutsallığa götüren ilim; nefsin rüştünü görürse, ona, hakkı olan hakikat ilim ve hüküm mallarını vermeye başlar. Çünkü nefis artık eşyanın hakikati için nikâhlanacak kadar büyümüş, yücelmiştir. Güzelliğin içtenliğini,  bedenselliğin ruhsallığını basiretiyle anlar. Esas olanın şekil olmadığını, şekil alan, şekle girenin öz olduğunu idrak etmiştir. Nikâhlanıp da bağlanmak, özün kalbe akışını sağlar, manevi tatmine götürür.” (46.15)

            “Cismanî şeh­vetlerle perdelenip, nefsanî lezzetlerle meşgul olmaları sebebiyle nefislerinin, beden ve bedenin terkip ve mizacından ibaret olduğunu zannederek, kuddüs cevher ve fıtrat-ı nurdan, kutsal cevher ve nurun yaradılışta kazılı oluşundan, gafil oldular. Somut cisim denizi ile soyut ruh denizi indirilmiştir. Bu iki deniz insan vücudunda buluşur. Aralarında, ne hayatın cevherinin letafetinde, ne de madde cesedinin kesafetinde olan ve ‘berzah’ diye adlandırılan, ‘hayvanî nefis’, beşeriyet canlılığı vardır. Denizlerin arasında, berzahta ne latif ne de kesif denebilen, nefsanî canlılık bulunur. Nefis her ikisinden de dengeli yararlanır, ne ruh bedeni latif, ne de beden ruhu kesif, yapabilir.” (55.19)

            “O beytte, Hakk’ın arşı olan Kâbe’de, mümin kulun kalbinde, delil ve mevcudat, ilim ve bilgiler, hüküm ve hakikatler var­dır, o delillerden biri de  ‘akıl’dır.” (2.96, 97) Arz gibi sema da, yedi kat olarak takdir edildi. Her semaya amacı, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.11, 12) Kalbin bir tarafı ruh, diğer tarafı maddedir.  Kalbin ruh ve madde tarafları, celali bir nazarla var, cemali bir nazarla fani, yok olur. Celalî nazara dayalı mevcudat ile giz’lenen Hakk’ın, Halk olarak görünmesi kalbin nefsanî yönüdür. Bu bakışta her şey birbirinden farklı, her oluşum bir diğerinden ayrı bir varlıktır. Halka, Hakk’ın cemalini görmek üzere bakılırsa, her şeyin bir ve tek ilimden kaynaklandığı görülür. Hakkın cemal ve celalini görmek, hayata Hakk’ın arşı olan kalbin olumlu veya olumsuz sıfatlarıyla bakmaktır. İlk oluşan kalp, yaşamı oluşturan kalptir. Celalî nazar ile var olan cemal’i bakışla fena bulur.

            Her ne yaşanırsa tüm varlık ile yaşanır, kısmî yaşanmaz, organsal yaşanmaz, bir bütün olarak yaşanır. Duygular akılla yaşanır, aklın kullanımında duygular da etkindir. Aynı anda hem gülüp hem ağlama, duygu ile gidip akıl ile durmak olmaz. En iyi bilinen deyim ‘kalbinin sesini dinle’. Çocukluk, gençlik ve olgunluk gibi evrelere bakılırsa, aklın ve duyguların aynı anda yaşandığını ancak beden ve ruhun yaşanmasında, yoğunluk, önem ve öncelik aldığı görülür. Bu açıdan bakış ile olgunluğa gidiş incelenebilir. Önce beden öne çıkar, ele alınır, sonra sırasıyla hayvanî nefis, insanî nefis, duygusallık, kalbî yaşam, ruhsal evreler öncelik alır. Herkes kendi hayatında dört mevsimi yaşar. Gençler için ‘ ilkbaharında’, orta yaşlılar için ‘sonbaharında’ deyimleri kullanılır. İnsanın, gece, nefsanî karanlık ve gündüz halleri yani ruhun nurunun, hakikat güneşinin gurup ettiği ve parladığı da gerçektir. Aydınlanma sürecinin başında geceyi yaşarken, aydınlanıp, aydınlatma, gündüz aşamasına geçilebilir. Bedenden ruha yüceliş sürecinde, nefsin karanlıktan aydınlığa çıkışı, firavunluktan, ilham alan hale yücelişi gözlenir. Genel anlamda ‘kuvvetlerin sürekli iletişim ve etkileşim’ içinde oluşuna paralel olarak, yüceliş sürecinde ehli ile dayanışma ve yardımlaşma ihtiyacı duyulabilir.

            Ayette “Kırk yaşlarında, insan, hakikati arar, çünkü nefis artık eşyanın hakikati için nikâhlanacak kadar büyümüş, yücelmiştir” denmesi anlamlı olabilir. Kalbin yaşamında nefsanî olay ve eylemler yerini kalbî duygular ve ruhsal gelişime bırakabilir. Maddenin kesafeti ve ruhun letafeti nedeniyle nefis, şiddete, aşağıya, karanlığa eğilimlidir. Yücelişin sürekli ve amaca ulaşıncaya kadar sürebilmesi, kesifin latif ile dolanırlılığını, karşılıklı bağlı ve bağımlılığı, gayretlerin sadakat ve kararlılıkla sürdürülmesini gerektirebilir. Üstelik bireysel yüceliş ile insanlığın yücelişi paralel olacağı için aynı sürecin içinde daha önce aynı yücelişi yaşayan nebilere ve Resule sadakat söz konusu olabilir.  Bu durum ayette ‘nikâhlanma’ olarak ele alınmıştır denebilir. Bilerek, bilinçle, sevip isteyerek, aşkla, ilahî aşk için, aşka evet denebilir.

            Umarım, dayanışma içindeki yüceliş sürecinde, gereğince azimli ve kararlı olabiliriz.

           

 

16 Kasım 2017 Perşembe

Yaşayan Kalptir


            Yaşayan Kalptir

            Her düşünen akıl aynı, bir ve tek ‘ilim’ ile ilgilenir, ya inanç ya da bilimsel kanıt üretir. Kanıtlanmayan inanç olmaz, olmamalıdır. Aklı olmayana kutsal mesaj yoktur. Ayetler de ilmi, kuvvetleri, “Kuvvetlerin izdihamını”, ilmin cisimleşmesini, kalbi ve kalbin aklı nasıl kullandığını ele alır. Yer ve göğün halk edilmesi, Hakk’ın mevcudat ile gizlenmesidir. Mevcudat ile gizlenen Hak, yaradılışa hükmeden kalp ile açığa çıkar. Hakiki kalp, ilim ve hikmet yüklüdür, ‘güçlü kuvvetlerin’ toplandığı yerdir. Beden, hakiki kalbin etkisiyle vücutlaşır, cisimleşir. Beden ve bedenin organları kalbe tabi olarak oluşur. Organları oluşturan kuvvetler kalpten geçer. Belki, ne zaman ne olacağına ilişkin kodlanıp da geçerler.

            “O, her an, her şey ve herkes ile bir şen’de, bir neşe’dedir ve O’nun her şeye, herkese bir nazarı vardır. Her şey ve herkes kendisine özgü bir nazar olduğu için vardır.” (42.38) “Hakk’ın arşı, mai, bir çeşit su, sıvı, üzerindeydi. Arş, akıl öncesi bir durumdan ibarettir; ilim öncesi durum üzerine bina kılınmış, inşa edilmiş ve ilme dayanan cisimler âleminin vücut olarak öncesidir.” Bir hadis der ki: “Yüce Allah, en evvel bir cevher, enerji halk etti, cevhere celali ile nazar edince, cevher hayâsından eriyerek, kısmen su ve kısmen de ateş oldu.” Cevher hayâsından, saygı ve edebinden, kısmen su ve ateşe, bir anlamda ‘plazma’ya, maddenin dördüncü hali, plazma haline, dönüşmüş denebilir. “Bu kavram da zaman itibariyle değil ama rütbe olarak, arşın, maddenin üstünde, evvelinde, olduğunu gösterir. Aynı şekilde bebeğin bedeni, arzı, su içinde oluşup gelişir. Müminin kalbinden ibaret bulunan, Hakk’ın arşı da, oluşum ve gelişim açısından, su ve maddenin vücut olarak öncesidir.” (11.7)

            “Sonra semanın icadı kast edildi. Sonra denmesi, zaman açısından birinin önce oluşturulduğunu değil, farklı şeylerden ve farklı şekilde oluşturulduklarını gösterir. Zira orada zaman yoktur. Sema latif, arz ise kesif cevherden, enerjiden oluşur. Arz gibi sema da, madde ve surette farklı, yedi kat olarak takdir edildi. Her semaya amacı, işleri, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.11, 12)

            “Dünyada oluşan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir. Bu ev yer ile göğün yaradılışında, su üzerinde ilk zuhur eden evdir ve su üzerinde beyaz bir köpük olduğu, yeryüzünün bunun altında döşendiği rivayet edilir. Söz konusu ev ‘Hakiki Kalp’tir. Su üstünde zuhuru hayvanî ruh seması ile beden arzında nutfeyle alakalı oluşundandır. Yeryüzünden evvel halk olunması, kalb-i hakikînin kadîm ve bedenin hadis olduğuna işarettir. Kalbin davranışlarından bir kısmı nefsanî bir kısmı ise ruhanîdir. Kalbin su yüzeyinde beyaz köpük olarak tanımlanması cevherinin saf olduğuna ve yeryüzünün onun altında döşenmiş olduğuna işarettir. Beden, hakiki kalbin tesiri ile vücutlaşır, cisimleşir. Beden ve organları kalbe tabi olarak oluşur ve gelişir. Böylece ruhun beden ile alakası kurulmuş olur. O beytte, âyat ve beyyinat, delil ve mevcudat, yâni ulum ve maârif, ilim ve bilgiler, hüküm ve hakayık, hakikatler var­dır, o ayetlerden, delillerden, biri de Ruh Nurunun kalbe varış yeri olan ‘akıl’ vardır.” (3.96, 97) Beyaz köpük olan hakiki kalbin, saf hali ruh ve cisimleşmiş hali ise bedendir. DNA için maddeye ne zaman, nasıl ve ne yapacağını bildirerek hükmeden yazılım, program denir. Kalp de, DNA dâhil, tüm yaradılışa hükmedebilir.  

            “Cismanî şeh­vetlerle perdelenip, nefsanî lezzetlerle meşgul olmaları sebebiyle nefislerinin, beden ve bedenin terkip ve mizacından ibaret olduğunu zannederek, kuddus cevher ve fıtrat-ı nurdan, kutsal cevher ve nurun yaradılışta kazılı oluşundan, gafil oldular. Somut cisim denizi ile soyut ruh denizi indirilmiştir. Bu iki deniz insan vücudunda buluşur. Aralarında, ne hayatın cevherinin letafetinde, ne de madde cesedinin kesafetinde olan ve ‘berzah’ diye adlandırılan, ‘hayvani nefis’, beşeriyet canlılığı vardır. Denizlerin arasında, berzahta ne latif ne de kesif denebilen, nefsanî canlılık bulunur. Nefis her ikisinden de dengeli yararlanır, ne ruh bedeni latif, ne de beden ruhu kesif, yapabilir.” (55.19)

            Aldığı her gıda insana güç ve kuvvet, ‘güçlü kuvvet’ verir. Yediği besinler, aldığı nefes, içtiği su, okuduğu kitap, edindiği bilgiler, gücüne güç katar. Bir açık sistem olarak, insanın çevresinden aldığı her şey ‘girdi’ veya ‘gıda’dır. Her besin belirli koşullar altında alınır, işlenir ve yine daha güçlü kuvvetlere dönüştürülür. Bedensel, maddî güç de olsa, beyinsel güç de olsa, tüm ‘güçlü kuvvetler’ girdidir; bünyemizde bedensel veya zihinsel işleme sürecinden geçirilip çevreye çeşitli çıktı verilir; üretim, işleme, tüketim süreklidir. Vücudumuzda en küçük birim denebilecek atomlardan oluşan bir molekülün bir başka molekülü üretip kodladığı ve bunu, hücrenin içindeki, ‘seri üretim yapan molekül üretme fabrikasına’ gönderip aynı proteinden çok miktarda üretim yapılmasını sağladığı bir gerçektir. Beslenmek hatta hava, su ve ateşten çok çeşitli katkılar alarak güç ve kuvvetimizi geliştirmek zorundayız. Bu kapsamdaki bütün eylem ve olayların tümü bir kuvvet ‘iletişim ve etkileşimidir’. Maddi ve manevi kuvvet alış verişi içindeyiz. Birisinin düşünce gücünden etkilenir yeni bir fikir, düşünce üretiriz, hepsi bilgi işleme fiilidir. İşlemin öncesi, sırası ve sonrası kuvvete dayanır. Tüm faaliyetler kalbimizin kurgusunda, yönetim, denetim ve yönlendirmesindedir, hepsi bir kalp fonksiyonudur. Genel ve geniş kapsamlı düşünüldüğünde, aklın sonradan geliştiği de dikkate alındığında, her şeyin kalbin yönetim ve denetiminde yürüdüğü apaçıktır.

            Kalbin bir tarafı ruh veya ilimdir. Diğer tarafı ise, bilimsel özellikler yüklü kuvvetlerin belirli alanlarda izdihamı, toplanmasıyla oluşan, cisimleşme ve maddeleşmedir.  Kalbin ruh ve madde tarafları bir nazarla var bir nazarla fani, yok olur. Celalî nazara dayalı mevcudat ile giz’lenen Hakk’ın, Halk olarak görünmesine kalbin nefsanî yönü denebilir. Bu bakışta her şey birbirinden farklı, her oluşum bir diğerinden ayrı bir varlıktır. Halka, Hakk’ın cemalini görmek üzere bakışta ise her şeyin bir ve tek ilimden kaynaklandığı görülür. Var olan herhangi bir şeyin kendiliğinden oluşması, çevreye ihtiyaç duymaması mümkün değildir. Hakkın cemal ve celalini görmek, hayata Hakk’ın arşı olan kalbin olumlu veya olumsuz sıfatlarıyla bakmaktır. İlk oluşan kalp, yaşamı oluşturan kalptir. Celalî nazar ile var olan cemali bakışla fena bulur. Rahmanda rahimsi yaşam güç ve kuvvet kaybıdır, kaybın telafisi için beslenmek zorunludur. Bu amaçla zerreler, kuvvetler arası iletişim ve etkileşim süreklidir.

            Umarım, kalbimizi tavaf ederek, kalbi idrak eder, bilgiden ilme yücelebiliriz.

6 Kasım 2017 Pazartesi

Kalbin Tavafı


            Kalbin Tavafı

            Âlem ve Âdem, ‘bilinmek’ için yaratılmış. İnsan, bu amaç için bilmelidir. Yaratılışın bir amacı olduğunu düşünmek bile bir ayrıcalık olabilir. Evrenin, küreselliği ve balonumsu yapısı ile sürekli, hatta artan hızda, açılımı bilimsel bir gerçek. Boyutsuz ve kütlesi sonsuz olan bir noktadan küresel açılımı esas alan Büyük Patlama Modeli genel kabul görür. Galaksi ve yıldızlar da uzay-zaman dokusu içinde yüzerek birbirlerinden uzaklaşır. Bu süreç bilimsel olarak kanıtlanır. Tüm iş ve işlemlerin püf noktası ilk noktadır. Kuantum mekaniğinden kanıtlanır ki ilk nokta da yokluktan çıkmıştır. Demek ki yokluk tamamen boşluk değildir. Üstelik ikiz atom, elektron veya protonların ayrıntılı incelenmesinden şüphesiz kanıtlanmıştır ki her şey ilk andan itibaren determine, tayin, edilmiş, belirlenmiştir. Bilim, işi püf noktasından itibaren alır, ondan sonrasıyla ilgilenir, her şey bilinmeye çalışılır. Din ve felsefe ise noktayı ve öncesini de düşünce alanının içine alır. Ne ‘yanlışlaşabiliri’ bilmek asalettir.

            Kısaca ‘eşya’ denen madde ve enerjiye ilişkin gerçeklere bakmak âlemi anlamak için yararlıdır. Evreni, ışık olarak adlandırdığımız elektromanyetik radyasyon (EMR) ışınımından biliriz. Bir açıdan, ‘kuvvetler’ elektrik, manyetik ve elektromanyetik olmak üzere üçe ayrılır. İlk andan, işin püf noktasından itibaren, yokluktan aniden çıkıp bir an için var olan zerrenin bile bir elektrik yükü vardır. Sanki zerre özelliğini yokluktan almakta. Elektrik yükü ve kütlesi olmayan, en küçük enerji birimi olan, ‘görünür ışık’ fotonu ise bir EMR ışınımı şeklinde, ışık hızında hareket eder ve bir ucu gözde iken diğer ucu evrenin tüm fiziksel büyüklüğü kadardır. Aynı elektrik yüklü uçların birbirini ittikleri, ayrı uçların ise çektiği bilinir. Manyetik kuvvetlerin güney ve kuzey kutupları vardır ve aynı şekilde mıknatısın da itim ve çekim kuvvetleri vardır. Elektromanyetik kuvvetler de yıldızları bile birbirine bağlar. Bu ‘itim ve çekim’ güçleriyle, ‘kuvvetler’ kanıtlanır. Önemli olan üç husus vardır, hepsinin ‘kuvvet’ olarak tanınması, bu kuvvetlerin birbirleri ile sürekli ‘iletişim ve etkileşim’ içinde bulunması ve bunların bazı alanlar içinde ‘toplanarak kütle veya maddeyi’ oluşturması.

            Bir ayetin anlamı, kişinin aklının bilimsel işlevselliğine bağlıdır, tabidir. Kuantumdan galaksilere ve evrene kadar, bilimsel bilgi ve bulgulara ne kadar hâkim ise kişi için bazı ayetler de o kadar anlamlıdır. Resulümüzün bir hadisinde “Allah önce bir cevher yarattı ve ona celaliyle nazar etti, cevher hayâsından yarı ateş yarı suya dönüştü” deyişi maddenin ‘plazma halini’ bilen için anlamlıdır.(1) Cevher yoktan var edilmiş ve ilim yüklenerek ilerde ne oluşacağı potansiyel olarak konmuş, bünyesine kuvvetlerin tümü yerleştirilmiş. İlk cevherin böylece idrakiyle “Lâ Havle ve lâ Kuvvete-Kimsenin kuvvet ve kudreti yoktur”  deyiminin idraki kolaylaşır. Hani “Rüzgâr poyrazdan esecek ve 3-4 kuvvette esecek” der gibi her kuvvetin bir de itim-çekim gücü-kudreti olduğu da aşikâr. Bir kuvvet bir diğerinin yerini haberleşip, algılayarak, bilir ve kendi güç ve kuvvetiyle onu etkiler hem de kendisi ondan etkilenir. Böylece kuvvetler ‘iletişim ve etkileşim’ içindedir. Nedeni ve nasıl olduğu bilinmez, kuvvetler, Higgs bozonunun içinde toplanır, pıhtılaşır, katılaşır ve maddeleşir. “Çift Yarık” deneyinden anlaşılır ki ışınımın, dalganın, parçacık özelliği kazanması için “Nazar, Gözlem”, altında olduğunu algılaması şarttır. Sanki bozon içinde ‘nazar’ değiyor. (2)

            Her düşünen akıl aynı, bir ve tek ‘ilim’ ile ilgilenir. Akıl ya inanç ya da kanıt üretir. Kanıtlanmayan inanç olamaz ve olmamalıdır. Resuller ve nebiler akla ve aklını kullananlara hitap eder. Aklı başında olmayan kutsal mesajlardan sorumlu değildir. Ayetler de ilmi, kuvvetleri, “Kuvvetlerin izdihamını”, ilmin cisimleşmesini, kalbi ve kalbin aklı nasıl kullandığını ele alır. Yer ve göğün halk edilmesi Hakk’ın mevcudat ile gizlenmesidir. Arş, su üzerinde, ilim ve akıl öncesi haldir, mevcudat ile gizlenen Hak, yaradılışa hükmeden kalp ile açığa çıkar. Celalî nazar edilen ilk cevher, hayâsından, saygısından kısmen su ve kısmen ateşe, bugünkü deyimle ilim yüklü ‘plazma’ya, dönüşmüş. Sema, latif cevherden, arz da kesif cevherden oluşmuş. Dünyada oluşan ilk ev Mekke’deki Kâbe, Hakiki Kalptir. Hakiki kalp, ilim ve hikmet yüklüdür, güçlü kuvvetlerin toplandığı yerdir. Hakkın arşının, müminin kalbinin, kadim olması ilk oluşundandır ve beden hadistir, sonra oluşmuştur. Beden, hakiki kalbin tesiri ile vücutlaşır, cisimleşir. Beden ve bedenin organları kalbe tabi olarak oluşur. Organların kuvvetleri kalpten geçer. Kâbe, kalp, vuslata götüren nurdur, Hz. İbrahim’in ayak izi yani akıl oradadır, tavaf edilmelidir. Kalp, ilim yüklü ve sürekli iletişim ve etkileşim içindeki kuvvetlere akıl ile hükmeder. Aklını kullanmayana hizmet eden kuvvet olamaz. (3)

            Hacca gidiş İslam’ın beş şartından biridir. Hacılar, kutsal olarak tanıdıkları Kâbe’nin etrafında yedi kere döner, içine girmeye veya içini görmeye de can atar. Dıştan içe giriş, içten içe yolculuk, siyah taş veya noktayı içte arayıp bulma, eşyanın hakikatine böyle ulaşma, hep yüceltilir. Yedi semadan, arzda yedi makamdan söz edilir. Her mertebede her ayetin, delilin anlamı farklıdır. Her ziyaret bir üst düzeydeki anlayışa ulaşmaktır. Akıl ile akıllıca, bilinçle yapılan her yolculuk bilgisine bilgi katar insanın. Gözünü açıp, açılmış gözlerle, apaçık olan delilleri, görmek basiret sahibi yapar insanı. Kalbin duyguları arasında bilinçli dolaşıp duygusallık yapmak akılsızlık değil akıllanmaktır. Organların kalpten geçen kuvvetlerini izleyerek, kalbi ziyaret etmek, organ ve yeteneklerinin yeniden keşfidir. Gözde görme gücünü oluşturan kuvvetlerin, kalpten beyne geçen kuvvetler olduğunu idrak etmek insanı basiretli yapar. Bu bilinçle yapılacak her tavaf, ziyaret, insanın kendini yeniden keşfetmesini sağlar. İlk doğumda, çocuğun kalbi ilk oluşan azadır, yeniden keşifte oluşan veya doğan ise kalbin çocuğudur. Beşer, insan ve olgun insanın ilk adımıdır.

            Belki de insanın fena bulması veya fani olması yok olması değil yoktan, yokluktan var olmasıdır. Varlıkta yokluğun ve yokluktan varlığın idrakine ermek önemlidir.  İslâmiyet, “Savm, salât, hac, zekât, kelime-i şahadet” diye özetlenir. Uruç edercesine oruç tutup, kıyameti koparcasına kıyama durarak namaz kılan mümin, hacca gider ve tavaf ederek emanetini iade ile zekât verirse, hatta okuyamayacağı, kelime ile şahitlik edebilir.

            Umarım, bilgiden bilince ulaşarak, şahitlik etme onuruna erişebiliriz.