27 Ekim 2015 Salı

Bilimsel Vuslat


Bilimsel Vuslat


            Hayatımız boyunca yeni bir şeyler öğreniriz. Aklın çalışması duramaz, engellenemez. Arama, araştırmayla keşifler, buluşlar birbirini izler. Bulma, bilme konusunda sınır tanınmaz. Bir yandan kendini bilme, diğer yandan yeryüzünü ve gökyüzünü bilme çabaları yürütülür. İnsanlığın gelişiminde ‘kutsallık bilinci’ için bir tarih belirlenemedi. İnsan da kutsallığa doğuştan yatkın görünmektedir. Eski bir tapınakta “Kendini Bil” yazması da tesadüf olamaz. Doğal ihtiyaçlar karşılanırken doğaüstü inançların da bulunduğu düşünülebilir. Sanki halk ‘Yer Tanrı, Gök Tanrı’ derken Doğu’da idi, kutsala ‘benliğinde’ erince Ortadoğu’da buldu kendini. Evren bilincini geliştirmek için Batı’ya yürüyüş sürdürüldü. Evrenin doğuşuna kanıtlarla tanıklık edilince de Doğu’dan gelindi, ilim halkın kalbinde yerini aldı. “Allah’tan başkası yoktur, emri, dediği olur; evreni bilinmek için yaratmıştır, ilmin amacı kendini ve Allah’ı bilmektir; görünen, görenin görüntüsüdür” diyen inanç küçümsendi. “Ölçülüp biçilen, kesilip tartılan madde nasıl ‘serap’ olurmuş” diyen bilim insanları sonunda Hak ve hakikate erdi. İnanmayanlar, bilimsel kanıtlarla, inanılanları ispatladı.

            Saf Anadolu kültüründe, halkın dilinde, kalpten söylenen, öyle deyim ve deyişler vardır ki kanıtlamak için Batı’ya gidip, eşyanın hakikatine inip, Doğu’dan gelinmeliydi. Âşık ozanların, halk şairlerinin dizeleri halkın bilincinde yer eder. Hak ve hakikat arayışında insanlığa öncülük eder. Halk her yerde ve her şeyde Hakk’ı görmeye yatkındır. İlmin amacı kendini ve Hakk’ı bilmektir, Allah’a yakınlaşma ‘ilmen’, ‘aynen’ ve ‘hakken’ olmak üzere üç aşamalıdır.

            İlmen ve aynen aşamaları dinsel ve bilimsel yaklaşımları birleştirir. Akıl önemli, sezgi de önemli. Mantıklı olmak iyi, duygusal olmak da kaçınılmaz. Akıl ve hikmet sentez edilir. İnançlı olanlar da bilmeye zorlanır, aklını kullanmaya teşvik edilir. Düşünmeden, tefekkür etmeden, ne yaptığını bilmeden imanlı kişi olunamaz. Bilerek, bilinçli olarak Allah’a yaklaşılır.

            Bütün bu düşünceler bilim ve din yaklaşımlarını DNA sarmalı gibi bir senteze götürebilir. Genel anlamda bu sarmalın iki ana hattını din ve bilim; kalp ve akıl, ruh ve beden, mana ve madde, yazılım ve donanım diye ele alabiliriz. En büyük olarak bilinen, fizik, kimya, astrofizik, biyokimya gibi alanlardaki, bazı bilim insanlarının, elde ettikleri buluşları, Allah’ın olmadığını kanıtlamakta kullanmaları manidardır. Kendilerini ve buluşlarını inkâr ettikleri bir konuya veya alana, gereksiz, istenmeden, bir anlamda zorla, sokmaları düşündürücüdür. 

            ‘Akıl insana verilen en büyük nimettir’ denirdi. Doğayı, ‘Akıllı Tasarım’ olarak ele alan bazıları, varlığına kanıt bulamadığı için, Allah’ı inkâr etti.  Kuantum âleminde miniskül parçacıkların bir anda var olup yok olduğu bilinir. Böyle sanal bir parçacığın, ‘Şişip Genişleme’ modeline göre evreni oluşturduğu kanıtlandı. Nasıl olur da ‘bir şey’ yoktan var olur? Sorusuna yanıt bulundu. Bu sorunun sorulması yanlışmış. Evrendeki pozitif ve negatif enerjinin toplamı sıfır ettiği için, Evren bugün dahi ‘bir şey değil’ bir ‘Hiç, ama ‘Düzenli Hiç’ imiş. Düzenli, çünkü evrendeki hareketler fizik yasalarına ve matematik formüllerine uygunmuş. Sonuç ve söylenen doğru ama anlaşılan veya yorum yanlış olabiliyor. Bilimsel deneyler doğru söylüyor ama Profesör Doktorlar yanlış anlıyormuş.    Evren bir ‘hiç’ olduğu için bir Yaratan’a da ihtiyaç yokmuş. “O’ndan gayri bir şey yok” diyene, ‘ben yoksam o da yok’ der gibi. Bilimsel olarak ‘var olan herhangi bir şeyin aslında olmadığı, var görünen maddenin, aslı sanal olduğu için, var sayılamayacağı’ kanıtlanmış oldu. Bu şekilde, böyle bir ‘Varlık’ yokluğun kanıtı olsa gerek. Varlıkta yokluk bulundu. Aslında olmadığımızı kanıtladık, şimdi sıra bunu idrakte. Biz elimiz tutuyor, gözümüz görüyor diye var olamıyoruz. Evren yok ki biz olalım. Mucize olan, ‘serap’ şeklinde de olsa, var olduğumuzu ‘zan’ etmemiz. “Evvelde ‘Var Olan’ ahirde de vardır, sonradan yok olan da hiç olmamıştır” denildiğinde inanmalıydık. Yokluğumuz ispatlandığına göre Hak ve hakikati idrak edebiliriz artık.

            İnsanın iş ve eylemlerinde kullandığı güç, kuvvet ve kudret Allah’a aittir. Her isim ve sıfat da o’nundur. Bilinmek için evreni yaratmış ve insanı, kemale ermesi, kendinin idraki, için donatmıştır. Önce bilgi edinip, bilerek yaklaşılır. Her şeyin ondan gelip ona gittiğini idrak ederek şirkten dönülür. ‘Aynen’ biliş aşaması da böyle başlar. Sanal parçacıktan çıkan ilk enerji de, zamanla oluşan kütle ve madde de, ilminin aynıdır. S. Hawking’e göre her ‘obje’ veya ‘şey’ özelliklerinin, ardındaki ilminin deposudur, toplam ilminin görüntüsüdür. Evren, sanal parçacığın var gibi görünen halidir, önemli olan, bu parçacığın yüklendiği özellikler ve özünde taşıdığı Kur’an, ‘Düzen’, fizik ve matematik ilmidir. Bir inşaat projesinin ismi, resmi, cismi de, ardındaki ilmin halleridir, aynıdır. “İnsan da fıtratının, fıtratına kazınan ilminin aynıdır.”(41.53,54) Herkesin ve her şeyin cismi ve ameli ilmine tabidir, biat eder, daim secde eder.

            Bilimsel ve dinsel yaklaşımlar, DNA’da olduğu gibi, iki temel unsuru oluşturur. Öğrendikçe, aşamalar halinde, merdivende tırmanarak, yükselerek yücelişle, Allah’a yakınlaşma sürdürülür. Son kimya Nobel ödülünü alan vatandaşımız Aziz Sancar, DNA’nın inşasında basamakların oluşumunu düzenleyen ‘Ritmik Saat’ keşfetti. Ana hatlardan çıkan bir basamağın aynı taraftaki diğer basamakla birleşmesi önleniyor. Karşı basamağa tutunması sağlanıyor. Dinden ilme, ilimden dine geçip sentez basamağı ve sentez oluşturmak şarttır. Yalnız bilim veya din tarafında kalmak olmaz. İnanan okumalı, öğrenmeli, bilmeli ve idrak etmeli; bilimciler de doğanın dediğini doğru okuyup anlamalıdır. Okuyup idrak şart!

            İlmen yakini, aynen yakin izler. Tasavvuf veya tevhidin bir ilim olduğu, belirli yöntemler çerçevesinde, belirli bilgilerin öğrenildiği bilinir. İlmin bilinmesi yetmez uygulanmalıdır. İlim amel içindir. İlmi olan âlim, idrak eden de ariftir. İnsan kendisinin bir ilim olduğunu ama bu ilmin sahibinin kendisi olmadığını idrak edebilmelidir. Her var olan, ışınım ve parçacıktan, rahman ve rahimden, genelin kütle ile özelleşmesinden, enerjinin kütle oluşturmasından var olur. Aynen yakin aşaması, evrenin, ilmin bir hali, görünür hali olduğunu kanıtlar. İlim ile evren birleşerek tevhit olur, geriye idrak kalır. Testi var ise testinin sahibi testi olamaz. Bilgi var ise sahibi bilen midir? Matematik, matematikçinin midir?

            Bilimsel deneyler son noktayı da koydu. İkiz foton, elektron veya atomlardan birine yüklenen bir bilginin, halin anında, galaksinin öbür ucunda dahi olsa, ikizine geçmesini Einstein ‘ürkütücü’ bulmuştu. Son deneyler kesin sonuca vardı.

            Bilgi, birinden ötekine ışık hızından daha hızlı aktarılıyordu. Yeni deneyler sonucu kanıtlanan duruma göre sonuç daha ‘ürkütücü’ imiş. Her şey, olmuş ve olacak, evrenin doğuşundan itibaren, ‘Önceden Belirlenmiş’ olabilirmiş. Bilim insanları, kanıt, keşif, buluş ve bilişlerle yürüyüşe, Dünya’dan başladı, galaksilerden, evrenin doğuşuna döndü, rücû ettiler. Öyle ki “çok haklısınız, evren diye görünen düzenli bir serap imiş” dediler, ilme biat edip, ilme tabi olup, secde ettiler. Böylece, ‘En Hakiki Mürşit İlimdir’ gerçek oldu. Ama bazı bilenlerin idraklerinden, henüz, şüphe edilir. Çünkü kendilerinin elde ettiği sonuçlar, inanamadıkları için, ‘ürkütücü’ imiş. Sanki birisi biliyor inanamıyor, diğeri inanıyor bilemiyor. Olsun, öyle olacak ya nasıl olacak? Çünkü her şey doğuştan, evrenin doğuşundan, önceden belirlenmiş!

            Özet olarak,  Evren ile Âdem, Kur’an ile İnsan ikizmiş gerçekten. Bilim insanlarından bazıları, ateistler, Doğu’nun inancından, dininden Batı’ya kaçtı, hakikat güneşinin gurup ettiği batıya, eşyaya, maddeye, o kadar kaçtı ki doğudan geldiler. İspat eden, etmeyen, idrak eden, etmeyen sağ olsun. Amaç ‘Bilinmek’ ise gerçekleşti; Görünen, Görenin Görüntüsüdür!

17 Ekim 2015 Cumartesi

Evren Düzenli Hiçliktir

Kitabı okumak için lütfen Tıklayınız

               Evren Düzenli Hiçliktir


             Bilim adamları evrenin sırrını sonunda çözdü. Kanada’lı bilimciler yaratılan olmadığı için Yaratan’a da gerek olmadığını ispatladı. Yeni kuramsal öneriye göre tüm evrende negatif enerjinin toplamı pozitif enerjinin toplamına eşit. Bu nedenle, Evrendeki her iki tip enerjinin toplamı da sıfır eder. Böylece, evren bir ‘Hiç’, yani ‘Nothing’ ama ‘Ordered Nothing’, ‘Düzenli Hiç’ imiş. Kurama göre küçük veya sanal parçacıklar çok küçük bir miktar enerjiye sahip olabilir ve çok küçük bir zaman için var olabilir, şişme gösterebilir, bu evreni oluşturabilir ve sonsuz küçük zaman içinde veya bir anda yok olabilir. Hiçten bir şey olmuş değil evren hala bir hiçmiş. Küçük bir sorun varmış, bu evren bir ‘Hiç’ ama ‘Düzenli Hiç’ imiş çünkü matematik ve fizik yasalarının varlığı da ayrı bir gerçekmiş. Bu küçük sorun da Kitap ile çözülmüştür zaten “Kur’an düzen, ilim demektir ve Furkan, uygulama olarak görünür.”

            Bu son bilimsel makaleyi okuyunca “inanılacak gibi değil”, “inanmak” veya “inanmamak” kavramlarını düşünmemek elde değil. Kendilerine “Siz bu dediklerinize inanıyor musunuz?” diye sorsak, bilim adamları ya “Biz inanmayız, deneme yapar, biliriz” diyeceklerdir. “Devasa hadronlarda koşturup çarpıştırdığınız küçük parçacıklardan daha küçük parçacıklar elde ediyorsunuz. Arayıp da bulmakta güçlük çektiğiniz “Tanrı Parçacığı” bulundu, varlığından emin olundu. Kuramsal parçacıkların çok çeşitlerinin varlığı ve elektrik yüklerinin (-) veya (+) olduğu belirlendi. Bir evren de siz yapın öyle ise veya evren içinde bir evren daha oluşsa” desek cevap ne olabilir? Matematik ve fizik var ama evren bir hiç!

            Görünen, görenin görüntüsüdür. “Hakk, Muhammed suretinde zahir olur görünür.  Genel rahmeti bütün eşyaya vücut vererek ve özüne olgunluğu yerleştirerek eşyanın tümünü kapsar. Özel rahmeti, zatının tevhidi ve gerçek olgunluğun idrakine sahip Muhammed evliyasına özgü sıfatların, tekliğin zatından bütün hakikati içeren hepliğin kitabının inişidir.” (Fussilet 41.1,2) “Bu Kitap önce bütünün, tüm var olanın, var olan her şeyin tamamının; kısaca eşyanın özüne kısaltılarak, öz halinde konduktan sonra ayetler indirilerek ayrıntılı bir şekilde açıklanmış Furkan, uygulama aklı kitabıdır.” (41.3,4) “Kur’an, Furkan olarak görünür, ilim suret halinde görünür. Surette kalanlar ilmi göremez. İlim bir düzen içinde surete bürünerek açılım halindedir. İlmin görünür hale bürünüşünü, bürünüyor oluşunu, görebilmek için ilmi bilmek, surette kalmamak gereklidir.” (41.5)

            Yukarıdaki ayetleri bilimsel açıdan ele alabiliriz. Elektro manyetik radyasyon (EMR) bilinmeden önce Kitap, Büyük Patlamadan hemen sonra oluşan, mikrodalga gibi ışınıma Rahman adını vermiş. Buna ‘genel rahmet’ denir. Soğuma ve genişleme sonucunda oluşan yıldızlar ve bizlere ise ‘özel rahmet’, ‘rahimî rahmet’ denir. Bu nedenle rahmanda ne varsa rahim olan özel ‘şey’de de o vardır. Rahmanî ışınımdan oluşan her şeyde aynı ilim vardır. Her şey, bilim insanlarının da dediği gibi, ilminin deposudur.

            “Ortada, açıkta, görünür, hadis, zahir, zuhura gelmiş olanın anlatmaya çalıştığı hafa, gizli olanı, görünür olmaya çalışanı görmeden, hatta inkâr ederek, surette kalmayınız.” (41.9) “Aşikâr olarak görünen ‘arz’, görünmeyen, henüz bilinmeyen ilimden rızkını alır. Arzın toprak, ateş, hava, su olmak üzere dört temel anasırdan alacakları takdir edilmiştir. Yeryüzü ve gökyüzü veya arz ve sema olarak bilinen oluşumlardan biri olarak arz rızkını aldıkça oluşur.” (41.10)    Sonra ‘sema’nın icadı kast edildi. ‘Sonra’ kavramı zamanı içermez, çünkü oluşumda zaman yoktur, yön ve oluşturanların farklılığına işaret eder. Sema çeşitli yönlerden arzdan farklıdır, örneğin, sema latif, arz kesiftir.” (41.11) “Sema manadan, yazılım veya tasarım gibi latif bir cevherden oluşur. Arz ise donanımdır, kesif bir maddeden oluşur. Her ikisi birden, zaman farkı olmaksızın, fiilen mevcut olur.” (41.11)

            Kitap açısından Âlemde ne varsa Âdem’de de o vardır. Evren oluşurken nasıl ki önce öz bir arz vardı; sonra genişleme ve soğuma ile kümeler halinde galaksiler oluştukça gökyüzü de oluşmaya başladı. İnsan da ana karnında kırk gün sonra bir santimetre boyunda bir küçük et parçası cenin iken kol ve bacaklar açılım gösterir. İnsan olmaya, insanlığı oluşmaya başlar.

            “Kemal, ilmî ve amelî olmasa davet sahih olamaz. Sahih olsa da Allah'a, yani cemi' sıfat ile mevsuf Zatına olamaz. Zira amel etmeyen bir âlim davet ederse daveti, Allah ismine olur. Âlim olmayan bir amel sahibi davet ederse daveti Gafur ve Rahim is­mine olur. Âlim amil ve arif kâmilin ise Allah'a daveti sahih olur. Ruh nuru gündüzü ve ruh güneşi ve kalp ayı, Allah'ın âyatındandır, delillerindendir. Siz O’nda fena ve O'nunla vukuf ve O’nunla Hak'tan perdelenerek güneşe secde etmeyiniz, aya da secde etmeyiniz. Ve zatta fena ile onları halk eden Allah'a secde ediniz.” (41.33)

            Kitabın anlatmaya çalıştığı gerçekler de bilimsel bulgular da içinde yaşanan evren ile ilgilidir. Bir önceki makalede üzerinde durulduğu gibi “dalga yayılımları veya ışınımları parçacık özelliği taşımaktadır” Kitap bu kavramları “rahman ve rahim” sıfatları ile ele alır. Sonsuz sıcaklığın soğumasıyla ışınımlar yıldızları oluşturur yani rahman rahim olarak görünür. İnsan özünde ilmin tümünü bulabilir.

            “Kur'an'ı Biz inzal eyledik, indirdik ve elbet onu Biz hıfzederiz, koruruz. (Hicr 15.9) “Kur’an, gayba iman edenlere hidayettir, onları basiret sahibi yapar, şifa verir, kalplerini temizler. Görüş ve uygulamalarla basiretlerini, kalp gözüyle görmelerini geliştirir. İnanmayanlar işitemez ve anlayamaz, gaflet içinde olduklarından Kur’an onlara nüfuz edemez. Hakk’ın görülüp idrak olunduğu nurun kaynağından uzak oldukları için gafletten uyanamazlar.” (41.44)

            “Evren Düzenli Hiçtir” diyen bunu birçok deneyleriyle ispatlayan bilim insanları ‘görmedikleri ve bilmedikleri’ bir şeye inanıyor ve iman ediyorlar. “Siz de gayba iman ediyorsunuz” dense itiraz ederler ama deneyleri tam değil kuramsal düzeyde. Matematik ve fizik ilminin var ve gerçek olduğunu söylüyorlar ama uygulama yok ‘inanmadıkları için tam anlayamıyorlar’ denebilir.

            “Biz inananların, içerde ve dışarıda, görünür ve görünmezde, müşahede etmelerine yardımcı oluruz. Hatta muhakemelerine, deliller ile anlamalarına yardımcı oluruz. Böylece, Hakk’ın görerek, apaçık aşikâr olduğunu idrak ederler. Yardım ettiklerimizden Hakk’ı eşyada müşahede edenler için Rab yeterlidir, efali delilleriyle, sıfatı tecellileriyle, görünüşleriyle anlaşılır, her şey bilgisi kapsamındadır. Her şeyin hakikati Hakk’ın ilminin aynısıdır, vücudu ilmi ile oluşur, ilmi zatının aynıdır ve zatı aynı vücududur. Gayrın vücudu, aynı ve zatı da yoktur, batıldır, zandır. Her şey haliktır, yaratılandır, yalnız Hak Halık’tır, Yaratandır, Hakk’ın yüzü, Hakk’ın zatı bakidir. Nefiste ve çevrede görünen ve beliren vasıflar, sıfatlar Hakk’ın varlığının ortaya çıkışı iledir.” (41.53,54)(*)

            Mikrodalga ışınımı, X-ray ışınımı gibi çeşitli EMR ışınımı dalgalar halinde küresel biçimde yayılır. Her yerden her yere, her zaman sonsuz ışınım vardır. Bir göze ulaştığında ‘görülebilir ışık’ olarak görünür. Görünen ışık fotondur, kuantalar halinde yayılır, ışık hızında yayılır. Bir kuanta belirli bir miktar enerji taşır. Böylece fotonun enerjisi ölçülür. Işınım dalga halinde olsa da partikül, parçacık veya foton olarak görünür. Bir ışık kaynağından sonsuz ışın, ışık çıkar. Işık camdan geçerken kırılır ve dalga boylarına göre renkler de görünür. Kuantum mekaniğine girince de dalga özelliği gösteren parçacık ve parçacık özelliği gösteren dalgalar söz konusu olur. “Belirsizlik İlkesi” ile çeşitli gerçeklikler anlatılır. Sanırım en iyi sonuç şu olabilir “Görünen bilinmedikçe, Bilinen görünmez!”

            Kitap “İlim, maluma tabidir” der. “İnsanlar kendilerini var zanneder, şirk içindedirler. Dünya bir hayal ve yalandır aldanmayın. Allah vardır gayrisi de yoktur, Hak vardır gerisi batıldır.” Bu ve benzeri kavramlar bilimsel alanda da yer almaya başladı. “Sonsuz küçük, sonsuz sıcak, sanal parçacık, şişerek oluşan evren, sonsuz küçük bir zaman için var olabilir. Evrendeki toplam enerji sıfır olduğu için evren aslında bir hiçtir, ama düzenli bir hiçtir çünkü matematik ve fizik yasaları vardır ve gerçektir, yürürlüktedir.” Dostumuza sorarız “Nasılsın?” o da cevap verir “Gördüğün, bildiğin gibi” din de bilim de aynı kavramları içermektedir. Neyse ki bilmek, bilmemek ve inanmak, inanmamakta özgürüz, her şey nasıl görüyorsak öyle!

(*) Kemaleddin Abdürrezzak Kaşaniyyüs Semerkandi, “Te’vilatı Kaşaniyye”, yeni yazıya aktaran, Y. Müh. M. Vehbi Güloğlu, Kadıoğlu Matbaası, Ankara, 1987. Aşağılardaki “adı geçen kitap-a.g.k.” budur.

9 Ekim 2015 Cuma

Rahmanî Işınım


            Rahmanî Işınım  

             Kitabı okumak için lütfen tıklayınız.

            Rahman ve Rahim besmelede yer alan iki isim ve sıfat. Sonuçta her isim ve sıfatın Allah’a ait olduğundan şüphe yok. Ancak, ‘bilinmek’ amacına ulaşmak için yaratılan insan öğrenmeye başlarken her şeye baştan başlar. İlk günden, hatta ilk andan itibaren, çocukça sormaya başlar ne oldu, nasıl oldu, aslı nedir, ne denir? Cevap bulundukça geriye yani en başa doğru ilerlenir. Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz? İnsanlık ve akıllı insan hali!

            Rahman, ortaya çıkma açısından ilk var olan ve maddeleşme şeklindeki olgunlaşmanın hammaddesi olmak gibi, nimetlerin tümünün asıllarını, ‘taşıp yayılarak’ oluşturandır, oluşturanın ismidir.  Her ismin bir cismi de olabilir, bilimsel adı ‘ışınım’ veya radyasyondur. Daha önce üzerinde durulduğu gibi (50.1; 38.1) ilk anda var olanın tümünün ilim haline Kaf, bunun cisim veya madde haline de Sad ismi verilmiştir. İlme de cisme de verilmiş nimetler gözü ile bakılabilir ve bu iki kavram da sentez edilebilir. Kitapta bu sentez yapılmış, sonra oluşanların aslını oluşturana yer verilmiş. “Rahman, nimetlerin tümünün asıllarını ifaza eden, yani ‘taşıp yayılarak’ oluşturandır. Rahman ismi daha sonra gelen her isim ve sıfatın kaynağını oluşturur.” (55.1)(*)

            Bilimsel açıdan da bakıldığında, Büyük Patlama ile ilk oluşanın yayılımı, taşarak yayılması veya ışınımı söz konusu edilir. İlk oluşum anlarına gidişte, ışığın oluşmasından da önce, bir mikro dalga yayılımı veya radyasyonu, ışınımı gerçeği ile karşılaşılır (**). Boyutları sıfır ama kütlesi sonsuz olan ‘yokluğun’ patlaması ile ortaya çıkan sonsuz sıcaklığın soğuması ile evren oluşur. Söz konusu “Sıcak Büyük Patlama Modeline” göre Evren’in boyutu ikiye katlanırsa sıcaklık yarıya, bir saniye sonra da on milyar dereceye düşer. Patlamada yalnız foton, elektron ve nötrinolar var, tam bir ışınım hali. Sıcaklık aslında parçacıkların ortalama enerjisinin (veya hızının, çünkü henüz kütle yok) ölçütüdür. Bilimsel açıdan kuarklar bilinirken ve var olanlar bir bütün olarak henüz bir isim almamışken; Kitap, “var olanların tümünün asıllarını ‘taşıp yayılarak’ oluşturan rahmandır” der. Patlamadan itibaren soğuyarak yayılmakta olan radyasyon, birinci saniyede, proton ve nötronlardan Hidrojen ve Helyum gibi elementlerin çekirdeklerini oluşturur. Üçüncü dakika içinde ise atomlar oluşur. Yıldızların oluşumu için ise bir milyar yıl geçmelidir.

            Rahman ve rahim, koruyan ve kollayan, bağışlayan ve esirgeyen, koruyup merhamet eden gibi çeşitli isim ve sıfatlar diğer tümünün kaynağını oluşturur. Bilimsel açıdan enerji yüklü ışınım kütleye veya maddeye dönüşür. Aynı şekilde dinsel alanda ‘taşarak yayılan’ da eşyaya, hayata ve insana, tüm nimetlere dönüşür. Evrenden taşan kısım anti-madde olabilir. Doğanın doğurganlığı kapsamında bir rahimde hayat buluş bilincimizde kolayca anlam kazanır. Hayat veya yaşayan canlıların bireyselliği, rahmanın genelliği yanında, rahmin özel oluşunu anımsatır. Genel ortamda bir yıldız, ardalanda görülebilen bir madde olarak, ışınım halinde yayılan enerji kütle oluşturarak, özellik kazanmıştır. Genel eğitimden özel veya bireysel eğitime geçiş de rahman ve rahim kavramları kapsamındadır. Toplum genel, birey özeldir. Evren ve enerji genel madde ve eşyanın her biri özeldir. Her ‘şey’ onun özelliklerini kapsayan bilgisinin ve ilminin deposudur, aynıdır.

            Eşyanın tümünü, hakikatini, vasıflarını ve diğer vücudu olan ve olmayan şeyleri kapsayan, Kur’an aklı olarak bilinen kâmil insan istidadını insanın fıtratında yaratıp kazıyarak Kur’an’ı öğretti. Kâmil insan fıtratında toplanmış olan şey ayrıntısıyla fiilen zahir olmuş görünmüştür. Bu zahir oluş rahmanî rahmet değil rahimî rahmettir.” (55.2) Konuşma yeteneği ile birlikte yaradılışına kazınan akıl, insana özgü, verilmiş, özel bir nimettir.

            İnsan, ilk insan Âdem’den önce de sonra da hayatta kalabilmesi için aklını kullanmak zorunda olmuştur. Canlılığın oluşumu çevre ile alış verişi zorlar. Hayatın kıymeti mevt ile bilinir. Aslında mevt yoktur hayatın olması ve olmaması halleri vardır. Olmak ya da olmamak kavramı çevreden alınması gerekeni aldırır. Çevrenin algılanması ise bilgi edinme ve öğrenmeyi, aklın kullanımını zorlar. Kendisine bağışlanan akıl ve öğrenme yeteneğinin kullanımının son aşamasında insan çevresinin ve kendisinin idrakine varır. Rahimî nimet ile rahman idrak edilir, görünürden görünene ulaşılabilir. Ayrıntısıyla fiilen zahir olup görünenin insanın fıtratına konmuş olan olduğu anlaşılır. Aydınlanmış bir kişi ışınımdan gelen, ışıldayandır. Kur’an düzen demektir, evrenin ilk oluşum anından itibaren de bir düzen içinde geliştiği bilimsel bir gerçektir. Ayrıntılar halinde fiilen ortaya çıkan, ilmin görünür haline de Furkan denir. Kur’an Furkan halinde gerçekleşmektedir. Paranın iki tarafından birisi, yazı kısmı yazılmış, diğeri tuğra kısmı ise kazınmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla denebilir ki “Beden-i Muhammet ve ruh-u Muhammet olarak görünen Allah’tır!”

Bilimsel alandaki kuantum mekaniğinde ‘dalga ve parça’ ikilisi isim ve sıfat kapsamında ‘rahman ve rahim’ kavramlarını anımsatır. Evren dalga özelliklerine sahip sonsuz küçüklükteki parçacığın şişmesiyle oluşur. Sanki her şey bir akıl oyunudur. (Bu konu bir sonraki makalede daha geniş kapsamlı ele alınacaktır)

(*) Kemaleddin Abdürrezzak Kaşaniyyüs Semerkandi, “Te’vilatı Kaşaniyye”, yeni yazıya aktaran, Y. Müh. M. Vehbi Güloğlu, Kadıoğlu Matbaası, Ankara, 1987. Aşağılardaki “adı geçen kitap-a.g.k.” budur.

(**)Stephen Hawking, “A Briefer History of Time”, s.27.

 

2 Ekim 2015 Cuma

Gece ve Gündüz Yoktu


            Gece ve Gündüz Yoktu

            Kutsal mesajların deyimleri önemlidir, zamana göre anlam kazanır. Örneğin bir ayetin tevilinde yer alan “Sad, gece ve gündüzün olmadığı vakitte, Rahmanın arşının üzerinde olan dağdır” düşüncesi birçok açıdan ele alınmaya değer. ‘Gece ve gündüzün olmaması’ bugün, zamanın henüz başlamadığını, ışığın henüz oluşmadığını düşündürüp bizi evrenin ilk oluşum anına götürebilir. Aynı şekilde sabah veya akşam saatlerini de ele alabiliriz. Dünyanın veya evrenin ayrıntılı görülemediği anları düşünebiliriz. Bu anlarda tüm madde bir bütün, dağ biçiminde algılanabilir ve bu dağın arşın üstünde durduğu ise ayrı bir gerçektir.

            İnsanın insan olarak tanınması öncelikle aklı ile ilgilidir. Aklı başında ise, iyi ile kötüyü ayırt ediyorsa, reşit sayılır. Akıllı davranışlar iyiden daha iyiye giderken duygusal davranışlar önem kazanır. Akıl, ilmin daha fazlasını talep ettikçe ilmin kaynağına doğru ilerler ve elde ettiği bilgileri kalbe taşır. Kalp bilgileri ve duyguları değerlendirerek evrene anlam verir. Kalp böylece, bireysel ve çevresel, bilinen mevcudatın tümünü kapsar. İnsanın kalbi bedenin içinde ve onun bir parçası olduğu için kendisinin bedensel ve maddesel yönünü iyi bilir. Nefsanî ve hayvanî nefsin kalbi istila etmesi aşamasında maddenin yararlı ve zararlı olan her yönünü anlar. Bedensel her iş ve eylemin ardında bir düşüncenin olduğu açıktır.  Enerji düşünceye dönüşür ve düşünce de enerjidir. Böylece, mana maddeye dönüşür. Bir hayalin, projenin, kavramın, tasarımın fiile, maddeye, ürüne, uygulamaya dönüşmesi mana ile madde ilişkisini açığa çıkarır. İlim, fikir, bilgi ve tasarım enerjisinden bir inşa veya inşaata geçilmesi ilimden maddeye geçilmesine örnektir. Kısaca, bilinen her şey, evren ve içindeki maddi ve manevi var olanlar, akıl sayesinde kalpte yer alıp önem ve anlam kazanır. Böylece gece ve gündüzün olmadığı zamana anlam verilebilir.

            Bilgisayarın yazılımı onun ruhu ve donanımı da maddesidir. Yazılım ve tasarım önce gelir. Önce donanım yapılamaz. Donanım yazılım kadardır, ona göredir, onun içindir. Donanımı yazılım belirler, özellikleri ve yetenekleri saptayan yazılımdır. Maddeye dönüşen ilimdir. Büyük Patlama ile enerji açığa çıkmış ve enerjiden de kütle oluşmuş ise bu ‘ ilk enerjinin’ evvelinde enerjinin ilmi, özellikleri olmalıdır. Bilimsel özelliklere sahip olmayan, ‘düzensiz’ enerjiden evren oluşamazdı. Fizik (physics) ilmine göre enerji iş yapma yeteneğidir. Kuantum âleminin bilgilerinden ve evrenin ilk anlardaki durumundan anlıyoruz ki önce plazma oluştu. Plazmanın soğumasından elektrik yüklü parçacıklar oluştu. Elektriksel alanın oluşumu ve elektromanyetik radyasyon (electromagnetic radiation-EMR) soğumanın ve basıncın düşmesinin sonucudur (1). Henüz elektron oluşmadan ve henüz elektronun enerji kaybetmesiyle ışık (light) olarak bilinen ve kütlesi bile olmayan foton (photon) açığa çıkmadan; özelliklere ve iş yapma yeteneğine sahip enerji vardı. Diğer bir deyişle henüz aydınlık ve karanlık, gece ve gündüz oluşmadan; kütle ve maddenin oluşacağı enerji vardı. Sad veya suret diyebileceğimiz bu enerji dağının ardında Kaf olarak adlandırılabilecek ilim, mana, düzen vardı. Bilim adamlarına göre (bakınız) evrende var olan her ‘şey’ kendi bilgisinin taşıyıcısıdır. Her ‘şey’ ilgili bilgi ve özelliklerinin deposudur.

            Kalp bedendedir ama ilmi bedeni de kapsar.  Henüz gündüz olmayan sabah veya henüz gece olmayan akşam vaktinde ayrıntılarıyla görülemeyen maddenin tümü bir bütün halinde algılanır. Bu madde dağına Sad ve üzerine oturup deposu olduğu ilim dağına Kaf denebilir. İlmin tümünü idrak eden kalp Rahmanın arşıdır ve bu kalp de Sad dağını kapsar, içine alır. Yeryüzü gökyüzünde ise arz da arştadır. Sad dağı, Kaf dağının içinde ve üzeridedir. Kaf dağının ardında Anka vardır. Bu durum ise yerlere ve göklere sığmayan Rahmanın mümin kulunun kalbine sığdığını da gösterir. Kalbi bilmeyen Rabbi bilemez. (50.1; 38.1)

            “Rahman ismi daha sonra gelen her isim ve sıfatın kaynağını oluşturur. Eşyanın tümünü, hakikatini, vasıflarını ve diğer vücudu olan ve olmayan şeyleri kapsayan, Kur’an aklı olarak bilinen, kâmil insan istidadını insanın fıtratında yaratıp kazıyarak Kur’an’ı öğretti. Kâmil insan fıtratında toplanmış olan şey, ayrıntısıyla, fiilen zahir olmuş görünmüştür. Bu zahir oluş rahmanî, genel rahmet değil rahimî, özel rahmettir. İnsanlığın fıtratını yaratıp Furkan aklını, uygulamaları ona yönlendirerek insanı halk etti. İnsana, böylece, ardına bakıp, Furkan’dan, fiil ve uygulamalardan Kur’an aklına, ilme, ilmin hakikatine ulaşıp haber verebilmesi için, diğer mahlûklardan farklı olarak, konuşma yeteneği bahşedildi. Ruh güneşi ve kalp ayı insanda kendi menzil ve mertebelerinde seyreder. Her birinin kendine özgü olgunluğu vardır. Cisim gecesinde duygusal şuur ile nurlanan hayvani nefis yıldızı vardır. Cisim ve nefs, ceset arzına secde eder, beden, madde ve toprağa bağlı ve bağımlıdır. Böylece eşya maddeye secde eder çünkü ona bağlı ve bağımlıdır, mecburdur, ancak, dolayısı ile eşyanın ilmine secde etmiş olur ama eşya bunu bilemez, yalnız insan bilebilir.” (55.1-6)(2)

            İnsan, bedenini, bildiklerinden oluşan ilmi ile hareket ettirir. Oturup kalkması, yemesi içmesi, her türlü duygusal ve fiziksel davranışı ruhuna, ilmine uygundur. İnsanlık insan bedenine, insan bedeni de insanlığa secde eder. Evrenin de oluşumu ve gelişimi, evvelindeki düzen içeren ilk enerjidendir. İlk enerjide bir iş yapma yeteneği vardır, bu enerjinin bütünü rahmanî rahmettir, geneldir. Kütleye, maddeye ve eşyaya dönüşümü rahimî rahmettir, özele inmiş ayrıntıdır. Bu ilk mükemmel yetenekli enerji, bilimsel ‘entropi’ kavramına göre, gittikçe bir çeşit bozulma içindedir. İlim bilinmek ister. İlim dağının evren dağı halinde görünmesi, zahir olması ve en sonunda insan eli ile kâmil insanın yaratılmasıyla amaca ulaşılmış ve ilim insanca bilinmiş olur. Gece ve gündüz kavramlarını, karanlık ve aydınlık ortamı bilemeyen, yalnız halk edilmişleri bilerek, hakikati idrak edemez. Var olan şeyleri özellikleriyle bilmek yetmez. Doğuştan gelen özelliklerin doğuş olmadan da var olduğu idrak edilmelidir. İdrak ile insanın fıtratına, ayrıntılar öğretilerek, kazınan düzen, Kur’an aklı Furkan olarak görünür. Konuşma yeteneği bahşedilmemiş olsaydı muhabbetle letafet kazanılamazdı.




(1 )   Stephen Hawking, “A Briefer History of Time”, s.27. 
 






(2)
(*) Kemaleddin Abdürrezzak Kaşaniyyüs Semerkandi, “Te’vilatı Kaşaniyye”, yeni yazıya aktaran, Y. Müh. M. Vehbi Güloğlu, Kadıoğlu Matbaası, Ankara, 1987. Aşağılardaki “adı geçen kitap-a.g.k.” budur.