İnsan Kendini Gerçekleştirmelidir
Kitabı okumak için lütfen tıklayınız
İnsan suresi insanı ve amacını anlatır.
İnsanın
hayatında, henüz insanlar arasında yer almadığı devirler, dönemler vardır.
İnsanın nefsine uyduğu, maddi çıkarları peşinde koştuğu, henüz manevi ve ruhani
değerlere önem vermediği bir çağı olur. Gayb âleminde olan veya şahadet
âleminde bulunanlar henüz yetişme ve gelişme döneminde olanları insan olarak
görmedikleri için aralarında yer vermeyebilirler.
Biz o insanı
deliller ile hak yoluna hidayet ettik, yönelttik. İnsani duygular ile donatıp
uygun koşullarda en uygun davranışlarda bulunması için gereken bilgi, beceri ve
nimetleri verdik. İnsanlardan bir kısmı nimetler sayesinde nimetleri verene
kavuşmak isteyip şükretti ve yönelttiğimiz yönde ilerledi. Diğerleri sadece nimetleri
aldı ve onları gördü ama nimetleri vereni aramadı, kavuşmak istemedi. Biz
hepsini görsel ve akılcı delillerle doğru yola yönelttik. Kimseyi kayırmadık,
kimseye ayrımcılık yapmadık, hepsine eşit mesafede kalıp eşit davrandık. Biz
nimetlerle hicaplaşan, perdelenen mahcuplara, nimetleri görünce vereni
düşünmeyenlere, düşünüp unutanlara hak ettiklerini verdik. Fıtratlarındaki
gerçek amaçlarından uzaklaştıracak “mahrumiyet ateşlerini” ve sevdiklerine daha
da bağlanmalarını sağlayan “cisimlere eğilim ve muhabbet zincirlerini”,
muratlarını talep etmekte “hareketlerini kısıtlayıcı bukağılarını” ve “doğal
haklarını men edici ateşleri” hazırlayıp verdik.
Her şeyin O’ndan
gelip O’na gittiğini anlayıp, her fiilin failinin Hak olduğunu idrak edip, efal
hicabından kurtulanlar doğru yoldadır. Bu kişilere ebrar denir. Özü sözü doğru,
hamiyetli, sadık ve iyi niyetli, Allah’ı seven kişilerdir. Mevsuf olanın Hak
olduğunu henüz idrak edemeseler de ayn’i zata yönelmeleri nedeniyle arada,
ancak doğru yoldadırlar. Sıfat kâsesinden şarap içenlerin muhabbetinin lezzeti
kâfur ile karışıktır. Zat muhabbeti, yakın serinliği, nuriyet beyazlığı ve şevk
hararetiyle yanmış kalbe ferahlık veren ve kalbi güçlendiren kâfurun
kaynağıdır. Kâfur kalbi serinletir, ferahlık verir ve aklama, temizleme ve
arıtma özelliği vardır.
Kâfur,
muhabbetleri sıfata olmayıp aynı zata mahsus olan vahdeti zatiye ehlinden
Allah’ın sevdiği kullarının sade ve saf olarak içtikleri kaynaktır. Sevilen
kullar kahr, lütuf, arkadaş, sertlik kabalık, bela, şiddet, bolluk, darlık
arasını fark etmezler. Onların muhabbetleri zıtlar ve benzerlerin
lezzetlerinde, nimetleri anış ve övüşlerinde, rahmet zahmette uzayıp gider.
Amma ebrar, rahimi, rahmet edeni, mün'imi, nimet vereni, yedirip
içireni, lâtifi sevdikleri için kahhar, müntekım, mübelli, tebliğ eden,
isimlerinin tecellisi zamanında muhabbet ve lezzetleri, hali üzere baki
kalmaz. Yedirip içereni sevenler sevdiklerinin kahhar, kahredici de
olabileceğini yadırgayabilirler. Kahrı lütuf görebilmek, kahra boyun eğebilmek
ve rıza göstermek, yokluk ve yoksulluk ile övünebilmek zor olabilir. Belki bu tecelliyi kerih, fena, çirkin, bile
görürler.
İnsan ne
olabilecekse olmalıdır. Potansiyelini ortaya çıkarmalı, kendini
gerçekleştirmelidir. Y.N. Öztürk, (76.7): “Onlar verdikleri sözü tam bir
biçimde yerine getirirler”. O’nu sevenler, kendilerinde yeterince sebep,
donanım ve kudret bulursa, yaradılışlarında gizli olan hakikat, bilgi, ilim ve
erdemler sayesinde, temizlenme ve arınmayla fiili ihraç etmeye ilişkin verdikleri
sözü yerine getirirler. İnsan olarak insanlıktan yaratılmış ve akıl ile
donatılmış oldukları için kâmil insan olurlar. (76.1-7)