Resulsüz Olmaz
“Düşünme,
düşünerek fikir üretme, gücü ve kuvvetini, kutsallığı nedeniyle, terbiye etmeye
gerek duyulmaz. Cisim ve cesetten arınmış hali nedeniyle de fena etmeye, fani
olmasına gerek yoktur. Düşünebilme, fikir üretme yetisi, kısa zaman içinde, bir
anda, zahir olabilir ve bir anda bir fikir ortaya çıkabilir ve delillerle yön
değiştirerek, tüm kıyaslamaları birleştirip, senteze ulaşabilir. Kalp, vücudun birliği ve bütünselliğini idrak eder ama akıl, kıyas yolu ile
cüzî, kısmî, parçalara ait bilgilerden sistemin bütününe, fikirsiz geçemez.
İnsan, beden şehrindeki her ayrıntıyı tam olarak idrak edemez. Bilinen
ayrıntılar, bütünü oluşturacak şekilde birleştirilemez. İlim ve cisim âlemleri
ayrı iki âlemdir. Ayrıntılı incelemelerle bilinmeye çalışılan parçalardan,
bütüne ve onu oluşturan fikrin kendisine ulaşmak mümkün değildir. Fikir
sayesinde iki âlem idrak edilebilir.” (27.22) Kuş gibi uçak bile, hala, kuş
değildir.
Her şey,
ilmin bir uygulamasıdır. Şey ile hakikati farklıdır, akıl bunu fark edebilir.
Şeyin, ilminden farklı ismi, cismi ve resmi olamaz; şey, ilminin deposudur.
Uygulama sonucu olan ‘şey’ uygulanan ilmi bilemez, o ilme ulaşamaz, o ilim ile
doğrudan iletişim ve etkileşim içinde olamaz. Parça, bütünlüğü bilemez, doğrudan,
eşit gibi iletişim ve etkileşimde olamaz. Bütün fikri, ilmin ayrıca
uygulanabilir bir bölümüdür. İnsan, kendisine hizmet eden yeteneklerinin, alt
sistemlerinin toplamıdır. Göz sadece görmeyi, kulak sadece duymayı bilir.
Sindirim sistemi, kendi içinde bir bütündür, alt sistemler uyumlu çalışır ama
biri diğerini bilemez. Her alt sistem bir üst sistemin bir parçası, bir alt
sistemidir. Her alt sistem bir üst sisteme bağlı ve bağımlıdır, bağımsız ve
ayrıca çalışamaz. Her açık sistem çevresinden girdiler alır, girdileri kendi
bünyesinde işleme tabi tutar ve üretimin sonuçlarını ürün, çıktı olarak
çevresine yani bir üst sistemine verir. “İnsan
bir parça mıdır, bütün müdür?” cevap ilham gerektirebilir.
İnsan,
bir açık sistemdir, işlem ve oynama alanı çok geniştir. Çok şeyden etkilenir ve
çok şeyi etkiler. Bulunduğu yere hâkim olmak ister. Doğaya hükmetmek, onu
değiştirmek ve arzu ve isteklerine uygun hale getirip, kendisine hizmet
ettirmek ister. İnsanın hakikati de kendisinden farklıdır. İnsan da ilminin
aynı ve deposudur, ilminden ayrı ve gayrı ismi, resmi ve cismi olamaz. İnsan,
bir fikrin uygulamasıdır ve fikir kutsaldır. İnsan açık bir alt sistemdir.
“Dedikleri
ve düşündükleri bilinen, zahiren de İslam hali üzere olan müminler terk
edilmez. Belki bağlılığı ve bağımlılığı artırmak veya imtihan etmek amacıyla,
bir süre için serbest bırakılır. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve
kuruntuya dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla
oluşan güzel ahlak sahipleri, ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve
girişimleriyle nefis sıfatlarından uzaklaşır. Bu nedenle bu iki grup arasına
fitne girer, anlaşmazlık çıkar, kötü olaylar olur. Sonuçta nefis ve şeytan tarafını
seçenler ile kalp ve ruh tarafını tercih edenler arasında ayırım keskinleşir,
fark yaratılır, bilgi ve muhabbetin Allah için olduğu idrak edilir.
Müşahedeleri, bilgileri ve muhabbetleriyle müminler doğru yoldadırlar.” (3.179)
“Ancak gaip
vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır. Fıtratınızda, ilişki kurup, gaip
vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız, yeteneğiniz yoktur. Resul
vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz,
gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize
ulaşamazsınız. Allah, sizi hidayete, doğruluğa, eriştirme yeteneğine ve
nefsaniyeti açısından aynı cinse sahip resulleri seçer. Sizin gaip olan
vücudunuzun esrar ve hazinelerine sizi hidayet etmesi için o resulü keşif
eyler, esrarlı hakikatlerine muttali, haberli, kılar.” (3.180)
“Buna
binaen sizin, resullerden telâkki ve kabul etmenizin mümkün olması için,
kalben kabul ile Allah ve Resullerine iman ve irade ve şeriata sıkıca
tutununuz. Tutunursanız, size ‘hakikati keşfetme’ büyük sevabı vardır. Allah'ta
fâni olmakla infak ediniz, rahmetine kavuşursunuz, nurlu cemalini örten
perdeleriniz kalkar. Peygamberlerin tevhit ilmiyle, gökten, ruh
semasından gelen aşk ateşiyle, nefislerini kurban edip, ifna etmeleri
rablerinin işitici olmasındandır.” (3.181)
Nefsanî faaliyetler ile kalbî
faaliyetler iki ayrı âlemdir. Nefsanî âlemde yarışma, kalbi âlemde paylaşma
hâkimdir. Üreticiler arasında da bir rekabet, tüketiciler arasında da bir
rekabet vardır. Rakipler arasındaki yarışma mücadeleye dönüşebilir. Bunlar
arasındaki paylaşımlar, paylaşılanların az veya çokluğuna göre kapışmaya
dönüşebilir. Paylaştıkça azalan şeyleri paylaşım, adaletten uzaklaşabilir.
Gazap ve şehvet kuvvetlerinin hâkimiyeti altındaki nefsanî güç ve kuvvetler,
tüm paylaşım fiillerini kavgaya dönüştürebilir. Böylece kötü nefis sıfatlarına, şeytan ve kuruntuya
dayanan heveslere sahip olanlar ortaya çıkar. Kalp sıfatlarıyla oluşan güzel
ahlak sahipleri ise ruhun müşahedesi, sırra ulaşma isteği ve girişimleriyle
nefis sıfatlarından uzaklaşır. Nefsanî fiiller beden, madde ve maddi şeylerle
ilgilidir. ‘İnsanın fikir babasına ihtiyacı yoktur’ deyip resulü inkâr eden,
toplumsal öğretileri de reddedebilir. Kalbî fiiller ise ruh, ilim, güzel
ahlakla ilişkili duygusal düşünce ve fikirlerle ilgilidir. Önemli olan düşünen
akıl sahiplerinin nefis ile kalp ayırımını yapıp kalbi tercih etmesidir.
Bir
ayette, ‘İlim, Hakk’ın gölgesidir’ deyimi geçer. (25.45) İnsan, kutsal bir fikirdir. “Her şeyin hakikati Hakk’ın ilminin aynısıdır, vücudu
ilmi ile oluşur, ilmi zatının aynıdır ve zatı aynı vücududur. (41.53,54) Yukarıdaki
ayet ‘Ancak gaip vücudunuzla sizin aranızda uzaklık vardır’ diyerek, parçanın
bütünü anlayamayacağına işaret etmektedir. Üstelik “Fıtratınızda, ilişki kurup,
gaip vücudunuzla iletişim ve etkileşime girme istidadınız yoktur. Resul
vasıtası olmaksızın, siz, sizde gizli bulunan ahval ve hakikatlere ulaşamaz,
gaip vücudunuzla haberleşme kuramazsınız. Kendi hakikatinize, kendi kendinize
ulaşamazsınız.” Gerçekleriyle, insanın, elçiyi görevlendirene ulaşmak için
elçiye muhtaç olduğu üzerinde durulmaktadır.
Su,
ilmin rumuzudur. Yağmur, bir rahmettir. Yağmur taneleri halinde gökten inen
suya benzer şekilde, bilgiler de kutsal olan ilimden kutsal fikirlerle iner,
anlaşıldıkça, bilgiler çoğaldıkça bilim halini alır, uygulamaların ardında ilim
olduğu, ilmin vücudunun olduğu idrak edilir. Yağmur damlaları buluta kadar
izlenir ancak bulutların oluşumu hakkında sadece fikir vardır. Güneş altında buharlaşıp
bulut oluşturan suyun, orman veya okyanus gibi, hangi mevcuttan kaynaklandığı
bilinemez ama bir vücuttan çıktığı kesindir. Suyun yeryüzüne gökyüzünden indiği
de düşünüldüğünde, suyun evrende bilinemeyen bir vücuttan kaynaklandığı da
gerçektir. Bilinemeyene ‘gaip’ denebilir. İnsanın madde ve manasının kaynağı da
bilinemez, ‘Görünmeyen, Gizli olan, Âleme’, gaip vücut denebilir. Gayba
inanmak, bilinemediği için, bir anlamda zorunludur. Damlanın serüveni bulutta
başlar, deryada biter. İnsanın yaşamı da aslına dönünceye kadardır. Kalbî iman
ile Allah’a dönüş kaçınılmazdır, bilinse de bilinmese de. Resulüne inanarak
aslına dönenin yeniden dirilişi de bir gerçektir. Resul, hakikati arayanlara
şefaat edecek, hakikat güneşi altında rahmete kavuşturacaktır.
Umarım,
elçinin muhabbet elini tutar, hakikat güneşine maruz kalıp rahmete ulaşırız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder