Akıl
her şeyi düşünür, akıl erer, anlar, bilgileri hafızaya depolar sonra çıkarır
tekrar kullanıp yeni bilgiler elde eder. Başka kişi ve şeyleri düşünmekten
kendine zaman ayıramaz, sanki kendini düşünmeye vakti yoktur. Akıl, beyin
hücrelerinin birbirlerine gönderdiği sinyallerin toplamı mıdır? Sinyallerin bir
kısmının oluşturduğu mu, yoksa akıl, sinyalleri oluşturan mıdır? Nasıl oluyor
da yazılım kadar yumuşak ama donanım kadar sert ve kırıcı olabiliyor? İnsan
kendi aklını bile neden kolayca değiştiremiyor? Aklımızı doğada mı bulduk, biz
mi geliştirdik yoksa bize verilmiş bir nimet midir? “Esas olan maddedir ve
bilinç maddeden kaynaklanır mı?” yoksa “Esas olan bilinçtir ve madde bilincin
cesetleşmiş hali midir?” Evrende her şey ‘gerçek’ halini alır, gerçekleşir
yalnız ve sadece, insan gözlem yaparsa.
Daha da çarpıcı olan ‘şimdi’ yapılan ölçüm, fotonun ‘geçmişini’, izlediği yolu,
tayin eder, değiştirir. Bunlar nasıl oluyor da insan aklının marifetleri
oluyor? İnsan, maddesel beyin sinyallerinden
aşk ve sevgi gibi latif duyguların üretimine ancak beyin, akıl ve bilinci iyi
anlarsa geçebilir.
“Hak'tan mahcup olanlar görmez
mi, yer ve gökler, heyula iken, görkemli bir hayal ve cismanî bir madde iken,
yapışık idiler? Biz bu iki suretin, ayrışarak, oluşumlarının aşikâr tebayünü
ile uyumlu farklılaşma ile yer ve gökleri ayırdık. Ervah, canlılık, mana
gökleri ve uzayı ile beden ve ceset arzı, bir nutfe suretinde bitişik idi. Biz,
arz ve ervahın tebâyünü, uyumlu farklılıklarının kendiliğinden ortaya çıkışı
ile her ikisini birbirinden ayırdık”, cenin ve Büyük Patlamada olduğu gibi.
“Yani biz, nutfeden her hayvanı halk ve izhar eyledik. Ve ceset arzının, yok
olmayıp kaim ve müstakil olması için, ceset arzında kemik dağlarını, sinir ve
kas sistemleri, damarları gibi özellikli yollarını, oluşturduk.” (21.30-33)
“Bunlar
sebebiyle Allah'ın ayetleri ve sıfatlarına hidayet bularak, Hakk'ı arif olmaları
için, ceset arzında duygu ve düşünce mecralarını; havas tarikleri, arzu, heves
ve isteklerine uygun yolları, var ettik. Ve biz, akıl semasını, üstlerinde,
atmosfer gibi yükselterek, ceset arzını, tagayyür etmek üzere, başkalaşmak,
mükemmel olmak için tazelenmek, yenilenmek ve sehven, yanlışlıkla, kasıtsız
olarak, olabilecek hasar ve hatadan mahfuz kıldık, koruduk. Akıl seması, her
türlü hayal, tasavvur, duygu ve düşünceleri kapsayacak ve birbirine bağlayacak
şekilde yer alır. Her birisi makul ve mantıklı olarak akla dayanır. Akılda
boşluk bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca
aklını terk edemez. Bütün bunları anlayamayanlar için akıl seması, mana
göklerini yani uzayını, delil ve şahitlerinden, maddi veya bedensel kanıtlarından,
uzaklaştırıcıdır. Allah-u Teâlâ Hazretleri, nefis gecesini ve ruh güneşinin
nuru olan akıl gündüzünü ve gece ile gündüzü içine alan kalbi halk eden ve
izhar eyleyen, açığa çıkaran, zattır. Bunların her biri, ulvi bir karargâh veya
makamda ve ruhaniyet semasının bir mertebesinde Allah'a seyir eder.” (21.30-33)
Ayetin
açıkladığı gibi yer ve gök önce bitişik iken sonradan ‘uyumlu farklılaşıp
kendiliğinden ortaya çıkış’ ile yer ve gök ayrılmıştır. ‘Uyumlu farklılaşma’
kavramı en iyi gök kuşağında görülebilir. Renkler, en kısa dalga boyundan en
uzun dalga boyuna kadar kesiksiz, boşluksuz, atlamasız bir şekilde fotonun her
dalga boyunda hareketiyle oluşur. Fotonun bir ucu gözde iken, uzun dalganın
boyu evrenin fiziksel büyüklüğü kadardır. Dalga halinde radyasyon, ışınım, bir
noktadan küresel bir şekilde açılımdır. Bu açılım uyumlu farklılaşmayla
kendiliğinden ortaya çıkışın örneğidir.
Bu
açılım için ne bir itme ne de bir çekme kuvveti söz konusudur, tamamen
kendiliğinden, özelliğinden dolayıdır. Özellik ise içinde yüklü bulunan bir
ilmin olduğunu gösterir.
Işınım,
bir ilmin açılımıdır denebilir. Işığın veya fotonun açılıp yayılımında, en
kısadan en uzununa kadar, dalga boyları arasında bir boşluğun olmadığı açıktır.
Dalga fonksiyonunda bir çatlak, yırtık veya boşluk olmadığı gibi beynin
sinyalleri arasında da olamaz. Beyin sinyalleri aklı oluşturur. Beden
arzımızın, dünyamızın, etrafında bir nevi ‘akıl seması’ oluşur. Akıl için de
‘uyumlu farklılaşmayla kendiliğinden oluşma’ kavramı söz konusu olabilir.
Dünyanın atmosferinin, uzayın derinliklerinden gelen yıkıcı ışınımlara karşı
koruma sağladığı bilimsel bulgularla kanıtlanmıştır. Aynı şekilde insan da
kendi dışından gelen yıkıcı etkilere karşı akıl ile korunmuştur. “Akılda boşluk
bulunmaz, kırılmaz ve bükülmez, herkes aklını bir kere oluşturunca aklını terk
edemez” gerçeği de yadsınamaz. Beynin belirli dalga boyundaki sinyallerinden
oluşan bir akıl, diğer dalga boylarından oluşan aklın yeteneklerine sahip
olamaz. ‘Gözle görülebilir ışık’ çok sınırlı, belirli dalga boylarındaki
ışıktır. Mor ve kırmızı ötesi ışınları göz göremez. Herkesin aklının da belirli
sınırları olabilir.
“Ruh seması,
duhan, duman, yani kalpten yükselen latif bir madde idi. Hadis der ki: “Sizin her
birinizin hilkati, yaradılışının hakikati, anasının karnında
kırk gün nutfe, döl suyu, olarak cem olur. Sonraki kırk gün aleka, kan pıhtısı,
olur.” Son bilimsel bulgular ‘Hadisi’ doğrular, kanıtlar niteliktedir. “12.Haftadan sonra kemik iliğinde kan hücreleri belirir ve kan yapımı başlar.” Sema, akıl ve ruh seması, latif bir
cevherden, enerjiden, oluşur, beden arzı gibi kesif cevherden, maddeden
değildir. Üçüncü kırk günde yani cenin ana rahminde dört aylık iken ruh
üflenir.” (41.11)
“Diğer bir
deyişle insana özgü organlar, kendilerine özgü ilim ile ayrışır. İlim, insan
halini almış, insana özgü her ayrıntı yer almış ve organların çoğu kendi
işlevlerine başlamış olur. Ruh ve beden ayrılmadan önce tesviyede bir ve
beraberdi. Tesviyeden sonra ruh seması ve beden arzına ‘isteyerek veya
istemeyerek, kerhen, hâsıl olun’ dendi. Her ikisi de birbirinden ayrılmaksızın,
Vücudun birliğine şahitlik edercesine, yeni, daha önce görülmemiş ve
kullanılmamış olarak, ayrı bir ruh seması ve beden arzı oluştu. Arzın
yayılmamış ve döşenmemiş hali ruh verilmesinden öncedir. Ruh, semadan da
evveldir ama arz, semadan sonra yayılarak, kabararak döşenmiştir. Beden, ruha
kavuştuktan sonra azaları, organları kabarıp genişleyerek, birbirinden
ayrışarak oluşur. Bu nedenle “Ana rahminde bebeğe dört aylıktan sonra ruh
üflenir” denir.” (41.11)
Arz ve sema,
madde ve mana, yer ve gök ayrılmadan önce bitişikti, heyula iken, görkemli bir
hayal ve cismanî bir madde iken, yapışık idiler. Uyumlu farklılaşma ve başkalaşarak
mükemmelleşme sayesinde, sonra, kısadan uzuna ses ve renk dalgaları gibi
ayrıldılar. Benzer şekilde bebek, nokta iken, önce kan pıhtısı oldu, ruh
verilip, insan olma ilmiyle donatılıp, arzı ve semasıyla, yayılıp döşendi. “İnsan ile Dünyada, arz ve sema, madde ve
suret, farklı olarak yedi kat olarak hüküm ve takdir edildi. Semanın her katına
amacı, işleri, araçları, tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.12) Bazı
tesirlere karşı da dünya gibi insan da uyumlu farklılaşıp başkalaşarak, örneğin
fazla ışığa karşı bronzlaşarak, korunur.
Umarım, akıl
atmosferimizle aklımızı idrak edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder