27 Aralık 2017 Çarşamba

Yakin Olma


            Yâkîn Olma

            Hayvanî ruh seması, insanî ruh semasından ayrılırsa tükenip yarılır, biter, gider, hevesler de kalmaz dağılır, saçılır. Cisimleşen unsurların ve cesedi oluşturan parçaların her birinin, bedenin harap olmasıyla, aslına dönmesini önleyen berzah âlemi, hayvanî ruhun zevaliyle, akar ve bu nedenle de her şey aslına döner. Beden kabirleri karıştırılınca içinde bulunan bilgi, ilim ve cisimleşen, cesetleşen kuvvetler açığa çıkar. Belirli bir ölçümle ve ölçü içinde, birleştirilip bir araya getirilen parçalardan oluşturulup yaratılan insan, nesiyle gurur duyup, nasıl mağrur olup, neyi inkâr edebilir.” (82.1-6)

            “İnsanın bu isyanı, cezaya inanmayıp yalanlamasından gelebilir. Bunlar ise gururdan daha büyük kabahattir. İnsanın, beyninin, sağ ve solunda, akıl ve duygu, ilim ve sanat açılarından farklı, iki melek, yetenek vardır. Bunlar insanın tüm efalini, iş ve işlemlerini, düşünce ve fiillerini hıfz eyler, kaydeder, yazarlar. Bu şerefli, ikramı bol, cömert kâtipler işlerin nakışlandığı dünya ve sema âlemleridir. Bilgi kaybolmaz, mevcut oluş aslına, ilmine dönüşünce bilgi drape şeklinde çevresinde kalır. Kısaca günahlarınızın, yerde ve gökte, aleyhinize yazıldığını bilerek nasıl isyan etmeye cesaret ediyorsunuz?” (82.9,10)

            “Siz O’na ve elçisine itaat edin. Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir. Sadıksanız azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları hâlde dava edenlerden, sağır ve dilsizlerden olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup, anlama, basar ve uygulama yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle, çabuk yüz çevirenlerde, anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde karşılayamaz; hakikati işitip, anlayıp, kabul edip, basiretle görüp uygulayamazlar. Henüz görmeden, gayba iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8.20)

            Ey görmeden iman edenler, kalbinizi ihya eden, dirilten, hakiki ilme, davet edildiğiniz zaman, arınarak ve teslim olarak, O’na ve elçisine, doğru yola girerek, daveti kabul edip, uyunuz. Davet edildiğiniz vakit, beka billâh ile ihya etmek, diriltmek için sizi istikamete davet eylediği vakit, cemi’de, tümde fani, yok olmakla; istidadın, fıtratın zevalinden, yok oluşundan, evvel, yaradılışınızı köreltmeden, kaybetmeden önce, icabet ediniz. Fıtratınız körelir, kaybolursa, hüzün oluşur, kalp ile kişilik arasında perde oluşur. Davete icabeti tehir etmeyin, ertelemeyin. O’na haşr olunursunuz, size sıfat ve zatıyla karşılık verir.” (8.22-24)

            İnsanın fıtratına işitme, anlama, idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır. Kalpte perde oluşu ve bencillik yapması fıtratı gereğidir. Bu durumda muhatap alınır ve doğru yola davet edilir. Kesretin vahdet olduğunu anlayarak, bütün içinde, tümde fani olarak, fıtratın gereğince yola girin. Fıtratı yok saymak doğru değildir. Yaradılışınız gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin, var olan davet edilir, davet edilen yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edin ve tehir etmeyin, karşılığınızı alırsınız. Tümde fani olmak, yokluğun idraki değildir. Müşahede ederek, fiillerin kaynağının, sahip olunmayan güçlü kuvvetler olduğunu idrak ederseniz, karşılığını önce efal cenneti olarak alırsınız. Hâlden hâle geçiş yeteneğinizle yücelirsiniz. Kalbin ihya edilişiyle fiiller sıfat kazanır, insan bu hâllerle sıfatlanır ve sıfatlarına sadık kalır.

            “Kalbin ikbali zamanında, hâliyle mevsuf olan kimse sadıktır. ‘Fail Haktır’ deyip hakkı fail gören, her fiilin failinin hak olduğunu gören sadıktır. Düşündüğü hâl ile sıfatlanan kimse, kendisine yararlı fiiller karşısında sıfatlanıp sadık olur da kendisine zarar veren fiiller karşısında dayanamaz ve sıfatında sadık olamazsa sadakati tam olamaz. Kısaca hiçbir hâle iltifat olunmaz ancak makam olduğu zaman iltifat olunur. Makama da itibar olunmaz, ancak mevatında imtihan olunduğu zaman, üstlenilmeyip imtihan geçildiğinde, iltifat olunur, imtihanda hâlâs bulursa, kurtulur, selamete ererse o vakit sahih olur.” (3.143)

            “Kullar, ken­di hâllerinin, kendileri üzere, Hakk’ın evsafını celp edici olduğunu bilmelidir. Bu nedenle, nefislerini neye hazırlarlarsa Allah'ın kendilerine onu bağışlayacağını, nitekim «Ben, bana itaat edene itaat ediciyim» buyurduğu, kullar Allah'la olurlarsa, Allah'ın da onlarla olacağını bildirir.” (3.152) “Güneş ışığını gören güneşi görür, Allah’ın nuru görünüyorsa görünen Allah’tır” (39.22).

            İşitmek ve görmek gibi, verilen beş duyu, insan için özel yeteneklerle donatılmıştır. Akıl, fikir, hikmet, sezgi, basiret ve ilham ile desteklenen bu özel duyu melekeleri, insanı, yaratılan diğer canlılardan farklı kılar. İnsan önce bilmez ve görmez. Özel duyu melekeleri insanın, inanarak gireceği seyri sülûk süreci içinde, inşa edilmesini sağlar. Bu süreç içinde, görmeden inandıkları algıların kanıtlandığını basiretiyle görür. Elçisiyle gönderilen mesajların delillerle desteklendiğini anlar ve anladığını uygular. Duyumlar böylece anlayış ve uygulamaya dönüşür. Kalp, kanıtlanan hakiki ilim ile ihya edilmiş, diriltilmiş olur. Anlayış ve uygulama, fıtratın zevalinden evvel, ilmin davetinin kabul edilip uyulduğunu gösterir. Kalp ile kişilik arasında perde oluşmazsa, sıfatları ve zatıyla karşılığınızı almış olursunuz.

            Hâli ile sıfatlanan kimse sıfatına sadık ise kendince kurtuluşa erer. Kulun kendi hâli hakkın sıfatını celp eder, çeker, nefsi ne isterse onu verir. Arayan aradığına kavuşur. İnkâr edenin inkârını güçlendirir. Her ne seviyorsa sevdiğine kavuşur, su testisi suyolunda kırılır. “Bana itaat edene itaat ediciyim” deyişine göre de kavuşmak isteyen Allah’ına kavuşur. Allah muhabbeti yapanların da yanlarında, yakınlarında ve yâkîn olduğu aşikârdır. Duman görüldüğünde ateşi ilm-el yâkîn, ateşe yaklaşılıp görülürse ayn-el yâkîn, ateş tüm duyularla algılanıp ısı ve sıcaklığı deneyimleşirse bilmenin derecesi hakk-al yâkîn olur.

            “Görmeden inanma” kavramında görme, göz ile olan zahiri görüş değil, basiretli görüş olabilir. Bu açıdan, görüp de inanan olamaz, inanmadan da kanıtlanamaz. “İnanma” hitabı da akla olduğu için yüce Kitapta, ayetlerle, apaçık deliller ortaya konur. Tefekkür edip ibret alınması da tavsiye edilir. Böylece beş duyu ile algılananın, aslı anlaşılıp, özün ne olduğunun idrakiyle, uygulanmakta olanın ilim ve kutsal bir fikir olduğu açıkça görülür. Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir. Görünen, görenin görüntüsüdür. Beşer, beş duyusuyla göremez, ‘ölmeden önce ölünüz müjdesiyle’, hâllerin sıfatlarını zevk edebilir.

            Umarım, bizim de amaçladığımız bilmenin derecesi yâkîn olabilir.

Hiç yorum yok: