Yâkîn Olma
“Hayvanî ruh
seması, insanî ruh semasından ayrılırsa tükenip yarılır, biter, gider, hevesler
de kalmaz dağılır, saçılır. Cisimleşen unsurların ve cesedi oluşturan
parçaların her birinin, bedenin harap olmasıyla, aslına dönmesini önleyen berzah
âlemi, hayvanî ruhun zevaliyle, akar ve bu nedenle de her şey aslına döner.
Beden kabirleri karıştırılınca içinde bulunan bilgi, ilim ve cisimleşen,
cesetleşen kuvvetler açığa çıkar. Belirli bir ölçümle ve ölçü içinde,
birleştirilip bir araya getirilen parçalardan oluşturulup yaratılan insan,
nesiyle gurur duyup, nasıl mağrur olup, neyi inkâr edebilir.” (82.1-6)
“İnsanın bu isyanı, cezaya inanmayıp
yalanlamasından gelebilir. Bunlar ise gururdan daha büyük kabahattir. İnsanın,
beyninin, sağ ve solunda, akıl ve duygu, ilim ve sanat açılarından farklı, iki
melek, yetenek vardır. Bunlar insanın tüm efalini, iş ve işlemlerini, düşünce
ve fiillerini hıfz eyler, kaydeder, yazarlar. Bu şerefli, ikramı bol, cömert
kâtipler işlerin nakışlandığı dünya ve sema âlemleridir. Bilgi kaybolmaz,
mevcut oluş aslına, ilmine dönüşünce bilgi drape şeklinde çevresinde kalır.
Kısaca günahlarınızın, yerde ve gökte, aleyhinize yazıldığını bilerek nasıl
isyan etmeye cesaret ediyorsunuz?” (82.9,10)
“Siz O’na ve elçisine itaat edin.
Sözünü duyup yüz çevirmeyin. Duymak anlamayı, anlamak uygulamayı gerektirir.
Sadıksanız azim gösterin. Hayvandan da beter, duymadıkları hâlde dava edenlerden,
sağır ve dilsizlerden olmayın. Yerdegezenlerin en kötüsü sağır ve dilsiz
olanlardır. Yaradılışlarında olan duyup, anlama, basar ve uygulama
yeteneklerini köreltmemiş olsalardı bunları yaparlardı. Körelme nedeniyle,
çabuk yüz çevirenlerde, anlayış ve irade olmaz, hikmet, bunların göğsünde
debelenir, tereddüt eder. Kalpleri, hakikati, huzur ve sükûn içinde karşılayamaz;
hakikati işitip, anlayıp, kabul edip, basiretle görüp uygulayamazlar. Henüz
görmeden, gayba iman edenler, Hak görünmeden, hakikat bilgisinin doğruluğuna
inananlar, O’na ve elçisine uyunuz, duyduklarınızı uygulayınız.” (8.20)
“Ey
görmeden iman edenler, kalbinizi ihya eden, dirilten, hakiki ilme, davet
edildiğiniz zaman, arınarak ve teslim olarak, O’na ve elçisine, doğru yola
girerek, daveti kabul edip, uyunuz. Davet edildiğiniz vakit, beka billâh ile
ihya etmek, diriltmek için sizi istikamete davet eylediği vakit, cemi’de, tümde
fani, yok olmakla; istidadın, fıtratın zevalinden, yok oluşundan, evvel,
yaradılışınızı köreltmeden, kaybetmeden önce, icabet ediniz. Fıtratınız
körelir, kaybolursa, hüzün oluşur, kalp ile kişilik arasında perde oluşur.
Davete icabeti tehir etmeyin, ertelemeyin. O’na haşr olunursunuz, size sıfat ve
zatıyla karşılık verir.” (8.22-24)
İnsanın
fıtratına işitme, anlama, idrak etme ve davete icabet etme kazınmıştır. Kalpte
perde oluşu ve bencillik yapması fıtratı gereğidir. Bu durumda muhatap alınır
ve doğru yola davet edilir. Kesretin vahdet olduğunu anlayarak, bütün içinde,
tümde fani olarak, fıtratın gereğince yola girin. Fıtratı yok saymak doğru
değildir. Yaradılışınız gereğince davete uyun, sülûkta ilerleyin, var olan
davet edilir, davet edilen yokluk iddia etmez, varlık ile kabul edin ve tehir
etmeyin, karşılığınızı alırsınız. Tümde fani olmak, yokluğun idraki değildir.
Müşahede ederek, fiillerin kaynağının, sahip olunmayan güçlü kuvvetler olduğunu
idrak ederseniz, karşılığını önce efal cenneti olarak alırsınız. Hâlden hâle
geçiş yeteneğinizle yücelirsiniz. Kalbin ihya edilişiyle fiiller sıfat kazanır,
insan bu hâllerle sıfatlanır ve sıfatlarına sadık kalır.
“Kalbin ikbali zamanında, hâliyle
mevsuf olan kimse sadıktır. ‘Fail Haktır’ deyip hakkı fail gören, her fiilin
failinin hak olduğunu gören sadıktır. Düşündüğü hâl ile sıfatlanan kimse,
kendisine yararlı fiiller karşısında sıfatlanıp sadık olur da kendisine zarar
veren fiiller karşısında dayanamaz ve sıfatında sadık olamazsa sadakati tam
olamaz. Kısaca hiçbir hâle iltifat olunmaz ancak makam olduğu zaman iltifat olunur.
Makama da itibar olunmaz, ancak mevatında imtihan olunduğu zaman, üstlenilmeyip
imtihan geçildiğinde, iltifat olunur, imtihanda hâlâs bulursa, kurtulur,
selamete ererse o vakit sahih olur.” (3.143)
“Kullar,
kendi hâllerinin, kendileri üzere, Hakk’ın evsafını celp edici olduğunu
bilmelidir. Bu nedenle, nefislerini neye hazırlarlarsa Allah'ın kendilerine onu
bağışlayacağını, nitekim «Ben, bana itaat edene itaat ediciyim»
buyurduğu, kullar Allah'la olurlarsa, Allah'ın da onlarla olacağını bildirir.”
(3.152) “Güneş ışığını gören güneşi görür, Allah’ın nuru görünüyorsa görünen
Allah’tır” (39.22).
İşitmek ve görmek gibi, verilen beş
duyu, insan için özel yeteneklerle donatılmıştır. Akıl, fikir, hikmet, sezgi,
basiret ve ilham ile desteklenen bu özel duyu melekeleri, insanı, yaratılan
diğer canlılardan farklı kılar. İnsan önce bilmez ve görmez. Özel duyu
melekeleri insanın, inanarak gireceği seyri sülûk süreci içinde, inşa
edilmesini sağlar. Bu süreç içinde, görmeden inandıkları algıların
kanıtlandığını basiretiyle görür. Elçisiyle gönderilen mesajların delillerle
desteklendiğini anlar ve anladığını uygular. Duyumlar böylece anlayış ve
uygulamaya dönüşür. Kalp, kanıtlanan hakiki ilim ile ihya edilmiş, diriltilmiş
olur. Anlayış ve uygulama, fıtratın zevalinden evvel, ilmin davetinin kabul edilip
uyulduğunu gösterir. Kalp ile kişilik arasında perde oluşmazsa, sıfatları ve
zatıyla karşılığınızı almış olursunuz.
Hâli ile sıfatlanan kimse sıfatına
sadık ise kendince kurtuluşa erer. Kulun kendi hâli hakkın sıfatını celp eder,
çeker, nefsi ne isterse onu verir. Arayan aradığına kavuşur. İnkâr edenin
inkârını güçlendirir. Her ne seviyorsa sevdiğine kavuşur, su testisi suyolunda
kırılır. “Bana itaat edene itaat ediciyim” deyişine göre de kavuşmak isteyen
Allah’ına kavuşur. Allah muhabbeti yapanların da yanlarında, yakınlarında
ve yâkîn olduğu aşikârdır. Duman görüldüğünde ateşi ilm-el yâkîn, ateşe
yaklaşılıp görülürse ayn-el yâkîn, ateş tüm duyularla algılanıp ısı ve
sıcaklığı deneyimleşirse bilmenin derecesi hakk-al yâkîn olur.
“Görmeden inanma” kavramında görme,
göz ile olan zahiri görüş değil, basiretli görüş olabilir. Bu açıdan, görüp de
inanan olamaz, inanmadan da kanıtlanamaz. “İnanma” hitabı da akla olduğu için yüce
Kitapta, ayetlerle, apaçık deliller ortaya konur. Tefekkür edip ibret alınması
da tavsiye edilir. Böylece beş duyu ile algılananın, aslı anlaşılıp,
özün ne olduğunun idrakiyle, uygulanmakta olanın ilim ve kutsal bir fikir olduğu
açıkça görülür. Görmeden inanmanın mükâfatı, inanılanın görünmesidir. Görünen,
görenin görüntüsüdür. Beşer, beş duyusuyla göremez, ‘ölmeden önce ölünüz
müjdesiyle’, hâllerin sıfatlarını zevk edebilir.
Umarım, bizim de amaçladığımız bilmenin
derecesi yâkîn olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder