Nefsin Nikâhı
Beden,
kalbin maddeye bağlı ve bağımlı, kesif, cisimleşmiş kısmıdır. Sağlam kafa
sağlam vücutta olur. Kalp için bedenin sağlık ve sıhhati önce gelir. Nefis,
bedenin kemalini, olgunluğunu sağlamaktan sorumludur ama önce sağlık. Beden
sağlığı sağlanmadıkça nefsin manevi olgunluğunu sağlayıcı basireti açılmaz,
idraki saf olmaz ve rüştünü ispat edemez. Ulvi bilgilerden rızkını almadığı
sürede de nefis yetim sayılır. Yetimler nikâhlandığı zaman rüştünü kanıtlamış
olur ve kendilerine hakları olan malları verilir. Doğal olarak insanın çocukluk
evresinde, bedensel organları yeterince gelişinceye kadar, insanlık konusunda
olgunlaşması beklenmez. Bu devrede nefis, bedenle meşgul, onunla dalgındır ve
kendi kemalinden gafildir.
Bedensel
organlar olgunlaşınca, nefis, bu organları manevi olgunluğuna erişmek amacıyla
kullanabilir. Örneğin aklı iyi ile kötüyü ayırt etme gücüne ulaşınca ve
bedensel ihtiyaçlar azalınca, kişi aklıyla insanlığın tahsiline gayret
gösterir, böylece nefis de olgunlaşmaya başlar. Nefsin akıl basireti açılır,
fıtratında kazılı ilmi ile yaradılışı zahir olur, beşiğinde uykusundan uyanır
ve gaflet uykusundan yakaza haline geçer, cevherinin kutsallığını anlar,
yerini, merkezini ve amacını anlar.
Bu
gelişmenin iki nedeni vardır. Birisi organlarını kullanma yetkisidir. Örneğin
aklını kullanmaya yetkilidir. İkinci neden de bedenle daha az meşgul olup,
azaların bedene tahsisinden feragat edebilir. Örneğin, aklı bedensel
ihtiyaçların karşılanmasında daha az kullanıp, aklın tamamen bedensel sağlığa
tahsisinden feragat edilebilir. Ancak büyümenin, aklı başında olmanın uzun süre
alması ve bedensel gelişimin kuvvet ve şiddete eğilimli olması nedeniyle, nefis
kendiliğinden ve kendi kendine, tamamen ulvi yöne dönük, aklın olgunluğuna ve
kutsal arzuların tahsiline soyunamaz, girişemez.
“Kırk
yaşlarında, insan, hakikati arar. Nefis, fıtratına, yaradılışına uygun
fedakârlıklar yapar. Kendi âlemine döner ve yaradılışının nurları ışıldar,
olgunlaşma arzuları şiddetlenir. Bu durumda hakikat yetimlerinin kefili,
kayyumu olan Ruhulkuds, kutsal ruh, kutsala veya kutsallığa götüren ilim;
nefsin rüştünü görürse, ona, hakkı olan hakikat ilim ve hüküm mallarını vermeye
başlar. Çünkü nefis artık eşyanın hakikati için nikâhlanacak kadar büyümüş,
yücelmiştir. Güzelliğin içtenliğini, bedenselliğin
ruhsallığını basiretiyle anlar. Esas olanın şekil olmadığını, şekil alan, şekle
girenin öz olduğunu idrak etmiştir. Nikâhlanıp da bağlanmak, özün kalbe akışını
sağlar, manevi tatmine götürür.” (46.15)
“Cismanî
şehvetlerle perdelenip, nefsanî lezzetlerle meşgul olmaları sebebiyle
nefislerinin, beden ve bedenin terkip ve mizacından ibaret olduğunu zannederek,
kuddüs cevher ve fıtrat-ı nurdan, kutsal cevher ve nurun yaradılışta kazılı
oluşundan, gafil oldular. Somut cisim denizi ile soyut ruh denizi
indirilmiştir. Bu iki deniz insan vücudunda buluşur. Aralarında, ne hayatın
cevherinin letafetinde, ne de madde cesedinin kesafetinde olan ve ‘berzah’ diye
adlandırılan, ‘hayvanî nefis’, beşeriyet canlılığı vardır. Denizlerin arasında,
berzahta ne latif ne de kesif denebilen, nefsanî canlılık bulunur. Nefis her
ikisinden de dengeli yararlanır, ne ruh bedeni latif, ne de beden ruhu kesif,
yapabilir.” (55.19)
“O beytte, Hakk’ın arşı olan Kâbe’de,
mümin kulun kalbinde, delil ve mevcudat, ilim ve bilgiler, hüküm ve hakikatler
vardır, o delillerden biri de ‘akıl’dır.”
(2.96, 97) Arz gibi sema da, yedi kat olarak takdir edildi. Her semaya amacı, araçları,
tesir ve tedbirleri işaret edildi.” (41.11, 12) Kalbin bir tarafı ruh, diğer
tarafı maddedir. Kalbin ruh ve madde
tarafları, celali bir nazarla var, cemali bir nazarla fani, yok olur. Celalî
nazara dayalı mevcudat ile giz’lenen Hakk’ın, Halk olarak görünmesi kalbin
nefsanî yönüdür. Bu bakışta her şey birbirinden farklı, her oluşum bir
diğerinden ayrı bir varlıktır. Halka, Hakk’ın cemalini görmek üzere bakılırsa,
her şeyin bir ve tek ilimden kaynaklandığı görülür. Hakkın cemal ve celalini görmek,
hayata Hakk’ın arşı olan kalbin olumlu veya olumsuz sıfatlarıyla bakmaktır. İlk
oluşan kalp, yaşamı oluşturan kalptir. Celalî nazar ile var olan cemal’i
bakışla fena bulur.
Her
ne yaşanırsa tüm varlık ile yaşanır, kısmî yaşanmaz, organsal yaşanmaz, bir
bütün olarak yaşanır. Duygular akılla yaşanır, aklın kullanımında duygular da
etkindir. Aynı anda hem gülüp hem ağlama, duygu ile gidip akıl ile durmak
olmaz. En iyi bilinen deyim ‘kalbinin sesini dinle’. Çocukluk, gençlik ve
olgunluk gibi evrelere bakılırsa, aklın ve duyguların aynı anda yaşandığını
ancak beden ve ruhun yaşanmasında, yoğunluk, önem ve öncelik aldığı görülür. Bu
açıdan bakış ile olgunluğa gidiş incelenebilir. Önce beden öne çıkar, ele
alınır, sonra sırasıyla hayvanî nefis, insanî nefis, duygusallık, kalbî yaşam,
ruhsal evreler öncelik alır. Herkes kendi hayatında dört mevsimi yaşar. Gençler
için ‘ ilkbaharında’, orta yaşlılar için ‘sonbaharında’ deyimleri kullanılır.
İnsanın, gece, nefsanî karanlık ve gündüz halleri
yani ruhun nurunun, hakikat güneşinin gurup ettiği ve parladığı da gerçektir. Aydınlanma
sürecinin başında geceyi yaşarken, aydınlanıp, aydınlatma, gündüz aşamasına geçilebilir.
Bedenden ruha yüceliş sürecinde, nefsin karanlıktan aydınlığa çıkışı,
firavunluktan, ilham alan hale yücelişi gözlenir. Genel anlamda ‘kuvvetlerin
sürekli iletişim ve etkileşim’ içinde oluşuna paralel olarak, yüceliş sürecinde
ehli ile dayanışma ve yardımlaşma ihtiyacı duyulabilir.
Ayette
“Kırk yaşlarında, insan, hakikati arar, çünkü nefis artık eşyanın hakikati için
nikâhlanacak kadar büyümüş, yücelmiştir” denmesi anlamlı olabilir. Kalbin
yaşamında nefsanî olay ve eylemler yerini kalbî duygular ve ruhsal gelişime
bırakabilir. Maddenin kesafeti ve ruhun letafeti nedeniyle nefis, şiddete,
aşağıya, karanlığa eğilimlidir. Yücelişin sürekli ve amaca ulaşıncaya kadar
sürebilmesi, kesifin latif ile dolanırlılığını, karşılıklı bağlı ve bağımlılığı,
gayretlerin sadakat ve kararlılıkla sürdürülmesini gerektirebilir. Üstelik
bireysel yüceliş ile insanlığın yücelişi paralel olacağı için aynı sürecin
içinde daha önce aynı yücelişi yaşayan nebilere ve Resule sadakat söz konusu
olabilir. Bu durum ayette ‘nikâhlanma’
olarak ele alınmıştır denebilir. Bilerek, bilinçle, sevip isteyerek, aşkla,
ilahî aşk için, aşka evet denebilir.
Umarım,
dayanışma içindeki yüceliş sürecinde, gereğince azimli ve kararlı olabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder