Kalbin
Tavafı
Âlem ve Âdem,
‘bilinmek’ için yaratılmış. İnsan, bu amaç için bilmelidir. Yaratılışın bir
amacı olduğunu düşünmek bile bir ayrıcalık olabilir. Evrenin, küreselliği ve
balonumsu yapısı ile sürekli, hatta artan hızda, açılımı bilimsel bir gerçek.
Boyutsuz ve kütlesi sonsuz olan bir noktadan küresel açılımı esas alan Büyük
Patlama Modeli genel kabul görür. Galaksi ve yıldızlar da uzay-zaman dokusu
içinde yüzerek birbirlerinden uzaklaşır. Bu süreç bilimsel olarak kanıtlanır.
Tüm iş ve işlemlerin püf noktası ilk noktadır. Kuantum mekaniğinden kanıtlanır
ki ilk nokta da yokluktan çıkmıştır. Demek ki yokluk tamamen boşluk değildir.
Üstelik ikiz atom, elektron veya protonların ayrıntılı incelenmesinden şüphesiz
kanıtlanmıştır ki her şey ilk andan itibaren determine, tayin, edilmiş,
belirlenmiştir. Bilim, işi püf noktasından itibaren alır, ondan sonrasıyla
ilgilenir, her şey bilinmeye çalışılır. Din ve felsefe ise noktayı ve öncesini
de düşünce alanının içine alır. Ne ‘yanlışlaşabiliri’ bilmek asalettir.
Kısaca ‘eşya’
denen madde ve enerjiye ilişkin gerçeklere bakmak âlemi anlamak için yararlıdır.
Evreni, ışık olarak adlandırdığımız elektromanyetik radyasyon (EMR) ışınımından
biliriz. Bir açıdan, ‘kuvvetler’ elektrik, manyetik ve elektromanyetik olmak
üzere üçe ayrılır. İlk andan, işin püf noktasından itibaren, yokluktan aniden
çıkıp bir an için var olan zerrenin bile bir elektrik yükü vardır. Sanki zerre
özelliğini yokluktan almakta. Elektrik yükü ve kütlesi olmayan, en küçük enerji
birimi olan, ‘görünür ışık’ fotonu ise bir EMR ışınımı şeklinde, ışık hızında
hareket eder ve bir ucu gözde iken diğer ucu evrenin tüm fiziksel büyüklüğü kadardır. Aynı elektrik
yüklü uçların birbirini ittikleri, ayrı uçların ise çektiği bilinir. Manyetik
kuvvetlerin güney ve kuzey kutupları vardır ve aynı şekilde mıknatısın da itim
ve çekim kuvvetleri vardır. Elektromanyetik kuvvetler de yıldızları bile
birbirine bağlar. Bu ‘itim ve çekim’ güçleriyle, ‘kuvvetler’ kanıtlanır. Önemli
olan üç husus vardır, hepsinin ‘kuvvet’ olarak tanınması, bu kuvvetlerin
birbirleri ile sürekli ‘iletişim ve etkileşim’ içinde bulunması ve bunların
bazı alanlar içinde ‘toplanarak kütle veya maddeyi’ oluşturması.
Bir ayetin
anlamı, kişinin aklının bilimsel işlevselliğine bağlıdır, tabidir. Kuantumdan
galaksilere ve evrene kadar, bilimsel bilgi ve bulgulara ne kadar hâkim ise
kişi için bazı ayetler de o kadar anlamlıdır. Resulümüzün bir hadisinde “Allah
önce bir cevher yarattı ve ona celaliyle nazar etti, cevher hayâsından yarı
ateş yarı suya dönüştü” deyişi maddenin ‘plazma halini’ bilen için anlamlıdır.(1)
Cevher yoktan var edilmiş ve ilim yüklenerek ilerde ne oluşacağı potansiyel
olarak konmuş, bünyesine kuvvetlerin tümü yerleştirilmiş. İlk cevherin böylece
idrakiyle “Lâ Havle ve lâ Kuvvete-Kimsenin kuvvet ve kudreti yoktur” deyiminin idraki kolaylaşır. Hani “Rüzgâr
poyrazdan esecek ve 3-4 kuvvette esecek” der gibi her kuvvetin bir de itim-çekim
gücü-kudreti olduğu da aşikâr. Bir kuvvet bir diğerinin yerini haberleşip,
algılayarak, bilir ve kendi güç ve kuvvetiyle onu etkiler hem de kendisi ondan
etkilenir. Böylece kuvvetler ‘iletişim ve etkileşim’ içindedir. Nedeni ve nasıl
olduğu bilinmez, kuvvetler, Higgs bozonunun içinde toplanır, pıhtılaşır,
katılaşır ve maddeleşir. “Çift Yarık” deneyinden anlaşılır ki ışınımın, dalganın,
parçacık özelliği kazanması için “Nazar, Gözlem”, altında olduğunu algılaması
şarttır. Sanki bozon içinde ‘nazar’ değiyor. (2)
Her düşünen
akıl aynı, bir ve tek ‘ilim’ ile ilgilenir. Akıl ya inanç ya da
kanıt üretir. Kanıtlanmayan inanç olamaz ve olmamalıdır. Resuller ve nebiler
akla ve aklını kullananlara hitap eder. Aklı başında olmayan kutsal mesajlardan
sorumlu değildir. Ayetler de ilmi, kuvvetleri, “Kuvvetlerin izdihamını”, ilmin
cisimleşmesini, kalbi ve kalbin aklı nasıl kullandığını ele alır. Yer
ve göğün halk edilmesi Hakk’ın mevcudat ile gizlenmesidir. Arş, su üzerinde,
ilim ve akıl öncesi haldir, mevcudat ile gizlenen Hak, yaradılışa hükmeden kalp
ile açığa çıkar. Celalî nazar edilen ilk cevher, hayâsından, saygısından kısmen
su ve kısmen ateşe, bugünkü deyimle ilim yüklü ‘plazma’ya, dönüşmüş. Sema, latif cevherden, arz da kesif
cevherden oluşmuş. Dünyada oluşan ilk ev Mekke’deki Kâbe,
Hakiki Kalptir. Hakiki kalp, ilim ve hikmet yüklüdür, güçlü kuvvetlerin toplandığı
yerdir. Hakkın arşının, müminin kalbinin, kadim olması ilk oluşundandır ve
beden hadistir, sonra oluşmuştur. Beden, hakiki kalbin tesiri ile vücutlaşır, cisimleşir.
Beden ve bedenin organları kalbe tabi olarak oluşur. Organların kuvvetleri
kalpten geçer. Kâbe, kalp, vuslata götüren nurdur, Hz. İbrahim’in ayak izi yani akıl
oradadır, tavaf edilmelidir. Kalp, ilim yüklü ve sürekli iletişim ve etkileşim
içindeki kuvvetlere akıl ile hükmeder. Aklını kullanmayana hizmet eden kuvvet
olamaz. (3)
Hacca gidiş
İslam’ın beş şartından biridir. Hacılar, kutsal olarak tanıdıkları Kâbe’nin
etrafında yedi kere döner, içine girmeye veya içini görmeye de can atar. Dıştan
içe giriş, içten içe yolculuk, siyah taş veya noktayı içte arayıp bulma,
eşyanın hakikatine böyle ulaşma, hep yüceltilir. Yedi semadan, arzda yedi
makamdan söz edilir. Her mertebede her ayetin, delilin anlamı farklıdır. Her
ziyaret bir üst düzeydeki anlayışa ulaşmaktır. Akıl ile akıllıca, bilinçle yapılan
her yolculuk bilgisine bilgi katar insanın. Gözünü açıp, açılmış gözlerle,
apaçık olan delilleri, görmek basiret sahibi yapar insanı. Kalbin duyguları
arasında bilinçli dolaşıp duygusallık yapmak akılsızlık değil akıllanmaktır.
Organların kalpten geçen kuvvetlerini izleyerek, kalbi ziyaret etmek, organ ve
yeteneklerinin yeniden keşfidir. Gözde görme gücünü oluşturan kuvvetlerin,
kalpten beyne geçen kuvvetler olduğunu idrak etmek insanı basiretli yapar. Bu
bilinçle yapılacak her tavaf, ziyaret, insanın kendini yeniden keşfetmesini
sağlar. İlk doğumda, çocuğun kalbi ilk oluşan azadır, yeniden keşifte oluşan
veya doğan ise kalbin çocuğudur. Beşer, insan ve olgun insanın ilk adımıdır.
Belki de
insanın fena bulması veya fani olması yok olması değil yoktan, yokluktan var
olmasıdır. Varlıkta yokluğun ve yokluktan varlığın idrakine ermek önemlidir. İslâmiyet, “Savm, salât, hac, zekât, kelime-i
şahadet” diye özetlenir. Uruç edercesine oruç tutup, kıyameti koparcasına
kıyama durarak namaz kılan mümin, hacca gider ve tavaf ederek emanetini iade
ile zekât verirse, hatta okuyamayacağı, kelime ile şahitlik edebilir.
Umarım,
bilgiden bilince ulaşarak, şahitlik etme onuruna erişebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder