22 Ekim 2016 Cumartesi

Evren İtaat Eder


               Evren ve İçindekiler İtaat Eder

            Hangi taşın altından ne çıkacağı belli olmayan bir ortamda, çeşitli konular ele alındıkça işin nereye varacağı da bilinemez. Özellikle okuyan, düşünen, tefekkür eden ve ibret alan bir toplumda bireysel anlayış ve idrakin sınırı belirlenemez. Her hareket ve adımını aklını kullanarak atan kişiler, bir başlangıç noktasından belirli bir hedefe ulaşma sürecinde, daha dikkatli düşünür. İlahi İrade Kanunları üzerinde çalışmayı seçmek bile büyük cesaret ister. Çünkü yasalarda “Ezelden ebede, küresel ve evrensel boyutta, din ve inanç farklılığı gözetmeksizin” geçerlilik aranır. Bize özgü tanımla, geçerlilik alanı için, kısaca, “Âlemden Âdeme” denebilir. Konuların çeşitliliği idrakin sınırlarını zorlar, bur durumda daha da dikkatli olunur. İlahi iradenin izlerini ararken aklın alışkanlığı olan tek yönlü sebep-sonuç analizinden fazlası gerekir. Çünkü bilim, Âdem’in yaradılışının amacını ve nedenini bile sormaz.

            Ne zaman “Kuran” dense “Kim kurmuş, neyi kurmuş, nasıl kurmuş?” gibi sorular akla gelebilir. İtaat konusunda da Kuran’a başvurmak gereği duyulursa evrensel düşünülmelidir. Evren, gökyüzü ve yeryüzü, ile ilgili ayetler güncel bilimsel bulgulara uygundur. “Evreni güç, kuvvet ve kudretimizle biz kurduk, onu genişletmekteyiz. (51.47-Y.N.Öztürk, Zariyat (67) ). Gaz halinde bulunan evrene ve yeryüzüne ‘isteyerek veya istemeyerek gelin’ dedik, ikisi de ‘isteyerek geldik’ dedi (41.11). Sema, arza bitişikken onu ayırdık (21.30). Düşünüp, ibret alabilmeniz için her şeyi çiftler halinde yarattık (36.36; 51.49). Yeryüzünü canlandıran suyu gökyüzünden indirdik (2.164).” Evrenin belirli bir düzene göre kurulmuşluğu ve çalıştığı açıktır. Bu düzenin, fizik ve matematik yasalarını kapsayan, bir ilmi olduğu da aşikârdır. Her uygulamanın ardında bir ilim olduğu, her şeyin kendine özgü ilmi olduğu bellidir. Her ‘obje’ ilminin deposudur.

            Evren, arz ve sema, var oluşunda ve hareketlerinde ilme dayalı emirlere uyduğuna göre, var olan her şey ve herkes de bu ilme itaat etmektedir. Koşullara uymayanın hayatta kalma şansı olmasa gerek. Doğa koşullarına uymak da şeriata uymak olabilir. İnorganik, cansız maddeler, teknik özelliklerinin ve potansiyellerinin gereğini yerine getirerek, uyum gösterir. Elektron, eksi yüklü elektrik yüküne ve protonu kendine çekme özelliğine sahiptir. Elektronun elektrik yükünün biraz daha az veya çok oluşu durumunda evrenin oluşamayacağı bilimsel bir gerçektir. Hidrojen atomu yanıcı özelliğe ve oksijen ile birleşme potansiyeline sahiptir. Yanıcı ve yakıcı olan bu iki atom çeşidi birleştiğinde, suyu ortaya çıkararak, söndürücü olma özelliği taşır. Bütün bu doğal koşulların ardında, bilimsel olarak kanıtlanmış, ‘önceden belirlenmişlik’ diğer bir deyimle, emre itaat vardır. Elektronun elektrik yükünün veya suyun oluşumunun nedenini sormak bilimsel olmayabilir ama felsefenin özüdür.

            Güneşimizin oluşmasından önceki koşullarda oluşan ve uzayda kar bulutu oluşturan suyun, gökyüzünden yeryüzüne indirilişiyle canlılık yaratılmıştır. Aynı su ile sulandıkları halde canlılar çeşitlilik arz eder. Kitabımızda her şeyin ‘halk edilmesi’, canlılığın ‘yaradılışı’ ve insanın ‘inşa’ edilmesi yer alır. Her tohum veya her DNA’nın, uygun koşullarda, toprak, hava, su ve ateşe hükmedişi, belirli bir şekilde birleşmelerini emredip, dört anasırı yönetişi bilimsel bir gerçektir. Böylece, protein, mineral ve vitaminler ‘canlı’ oluşturacak şekilde birleşerek büyürler. Her büyüme, doğal yasaların tümüyle açıklanabilecek, bir ‘düzen’ içinde olur.

            Aynı şekilde, insan da toplum, dernek veya dergâhlarda inşa edilir. Genel düzene uygun, özel düzene tabi olarak, kendi ilimlerine biat ederek, yetişen insanlar olgunlaşma sürçlerinden geçer. Özel, genel, küresel ve evrensel düzeyde itaat, belirli amaca ulaşmada kaçınılmaz olur. Atomlar ve moleküller etkileşim içinde hareket eder. Etkileşimlerin karşılıklı olması tek yönlü sebep sonuç ilişkisine uymaz. Organlarımızın çalışma sistemi her hal ve koşulda bizim ne durumda olduğumuzu belirlemez aksi de doğrudur. Bizim organlarımıza, molekül ve atomlarımıza, kısaca, ilmimize itaatimiz de onların bize olan itaatlerini etkiler. Bilerek, isteyerek ve bilinçli hareket edersek bilincimiz artar. Yukarıdaki ‘isteyerek geldiler’ kavramına uygun şekilde gidişimiz bilinçli olursa yolculuğumuz keyifli ve zevkli geçebilir. Bilgiler bilmeyi ve bilmek bilinmeyi doğurabilir. Nihai sonuç olarak evren, bilinmek istendiği için yaratılmış olabilir. Abide-i Hürriyet bilinir, Abide-i Hakk anlaşılır, Abd-i Hu idrak edilirse, ağacın duruşu, kuşun uçuşunun da ibadet olduğu idrak edilerek şahit olunabilir.

            Evrenin kurulması, gökyüzünün yeryüzünden ayrılmasının sağlanması, yeryüzünün döşenmesi, arza suyun semadan indirilmesi ve canlılığın yaratılması gayretlerinin tümü bir alt yapı olarak insanın inşası amacına değer. Halk edilen her şeye adil davranılıp hak ettiği her şey yerinde, zamanında ve dozunda verilmiş olmalı ki alt yapı dediğimiz temel sağlamdır. Bu temelin üzerine insan gibi mükemmel bir mahlûk inşa edilebilir. İnsanın inşa edilmesinin de bir amacı olmalı. Yaşamını sürdürmesi için yeterli düzeyde akıl verilmesi hali hayvanlar âleminde gözlemlenir. Konuşma yeteneği ile desteklenen, aklın fazlasının verilmesi, insana önem, öncelik ve özellik kazandırır. Bu tür bir nedensellik arama da bilimsel olmayabilir. Ancak, benzer arayışlar, yalnız ve sadece insana yakışır. Olgun insanlar ise, bilim ötesi araç ve amaç arayışına geçerek, arif olmaya çalışır. İlahi irade kanunlarını bilerek ilahi düzeni idrak etmekle, evrenin kuruluş düzeninin ve ilminin de ötesine geçilebilir. İlmin tümü bilinirse, yalnızca “Bilinen” ortaya çıkmış ve ortada yalnız ‘Var Olan’ kalmış olabilir.

            Ayrıntılı analizlerle, enerjinin maddeye dönüşümünden, ışınım ve hareketlerin hızına kadar, her şeyin ardındaki bilimsel bilgilere ulaşmak akıl kârıdır. Galaksilerden kuantum âleminin kütlesiz parçacıklarına ve onların teknik özelliklerine kadar inip belirlemek, gözlemlemek, çarpıştırıp sonuçlarını kaydetmek çok önemlidir. Sebep ve sonuçtan öteye, evren çapında ve kapsamında, karşılıklı etkileşim içinde ‘oluşun’ saptanması ve idraki insan aklı için daha önemlidir. Kalp düzeyinde vahdet idrak edilemezse nefis düzeyinde adalet idrak edilemez. Aklın hükmünün aşka kadar olduğu da yaşamın yaşanarak bilinen bir gerçeğidir. Aşk için, aşk ile aşktan yaratılan maşukun aşığını araması ve aşkı bulup yaşaması nihai amaç olabilir. Zamansız ve mekânsızlıkta var olan vardır, yok olan da zaten hiç olmamıştır.

Hiç yorum yok: