Namaz
Kılınır
Her şey,
evrende kendine özgü çevresinde var olan koşullara uyduğu, uyabildiği için
vardır. Değişen koşullara uyum gösterebildiği kadar da var olacaktır. Doğada,
doğal denilen şeylerin özelliği koşullara göre hareket etmesidir. Doğada su,
doğal olarak, yolunu bulur. Çünkü akışkandır tabanın meyline göre akar. Çekilen
gelir, itilen gider. Durum değişirse, itme ve çekme ortadan kalkarsa, sürtünme
varsa, gelen ve giden durur. Sebep değişirse sonuç da değişir. Kısaca ‘şey’,
özelliğine, ilmine tabidir, ilmine uyar, itaat eder, özelliğinin gereğini
yapar. Bu işlemler, maddenin, zikri, namazıdır. Canlı organizmalarda, bedenin
koşullara uyumu, ilmine itaati bedenin namazıdır. Aynı şekilde insan için de,
ruhun ilmine uyan kalbin namazı da söz konusudur. Bir ayetin teviline göre her
ilmin bir namazı vardır. (29.45)
Eşya
âlemdir, işarettir, kendi varlığına, var olduğuna, varlığa delildir. Var oluş,
enerjinin kütle kazanmış haline delildir, kanıttır. Enerjinin maddeye dönüşümü,
dönüşüm ilmine tabidir, Higgs bozunu var ise enerji kütleye dönüşür. Ne kadar
enerjinin ne kadar kütleye ve ne kadar kütlenin ne miktar enerjiye dönüşeceği
ilmine tabidir. Madde ilmine biat ederek, zikrederek, kendi namazını kılar.
Parçacıkların belirli özelliklere sahip oluşu ve bu özelliklere uygun
davranışlarda bulunuşu da parçacıkların ilimlerine tabi oluşudur. Proton, uygun
koşullarda nötron ile buluşursa, kuvvetli nükleer güçle, birbirlerini çeker ve
atomun çekirdeğini oluşturur. Yine ancak uygun bir koşulda bir çekirdek bir
elektron ile birleşerek atom oluşturur. Hidrojen atomlarının oksijen
atomlarıyla birleşip su molekülünü oluşturması için Güneş sistemimizin
oluşmasını sağlayan koşullar gereklidir.
Dağ duruşu,
ağaç uğultusu ve kuş ötüşüyle doğa ve canlılığın çeşitliliğini zikrederler. Bir
parktaki Barbaros heykeli “Ben Barbaros’un abidesiyim” diye bağırır, zikreder
ama bilene. Aynı şekilde her şey ve herkes abd-i Hu’dur, büsttür, abidedir,
bilene. Bu nedenle “Bilenle bilmeyen bir olur mu?” deyimi söylenmiş olabilir.
Her nereye bakılsa Allah’ın veçhi oradadır. Belki de bu nedenle gökten iğne
düşse gayriye düşmez. Herkes O’ndan gelir O’na gider.
Doğa, dünya,
âlem bir tarafa insan bir tarafa. İnsan başkadır, üç boyutludur. Namaz
konusunda, ilk akla gelen ‘genel olarak yer, içer, yatar, kalkar, savaşır,
sevişir’ insanlardan farklı, olgun ve kendini bilen insanlardan söz edilmesi
uygundur. Oruç ile nefsini yenmiş ve terbiye etmiş insan kalbini keşfeder. Kalp
duyguların merkezidir. Ruhtan alınan ilim ile beslenir. Açgözlülüğünü
kanaatkârlığa dönüştürmüş nefis tatmin olur ve kalbin ilhamlarına açılır, kalbe
teslim olur. Ruhun nuru ile aydınlanmaya başlayan kalbin sabahı olmak üzeredir.
Sabahın fecrinde insan uyanır, kendi hakikat güneşinin kalbine doğması
yakındır. Maddenin ve eşyanın hakikatini bildikten sonra nefsini fethetmiş olan
insan kalbinden aydınlanmaya başlar. Günün ve gündüzün aydınlığında kalbinin
sırlarını çözmeye çalışır.
İnsan, âlemi kalbinde bulabilir. Ömrünün
kısalığı, iradesinin sınırlılığı nedeniyle doğuştan verilenlerin önemini anlar.
Fıtratının ve çevresinin farkına varan, diğer insanların davranışlarının da
fıtrat ve çevreden kaynaklandığını anlayacaktır. Fıtratın sırrına eren arzdan
arşa yücelebilir. Akşam namazında acele edilmesi sırrın içinde kalınmaması
içindir.
Bilgi başka,
bilginin bilinmesi başka şeydir. Eşyanın ardında bilgi ve bilgilerin toplamı
olarak ilim vardır. İnsana ilim öğretilmiştir. İnsan, Kur’an öğretilerek
yaratılmıştır. Ben yaratılmadım, kendi kendime, bilerek isteyerek oldum diyen
olabilir. Var olabilen yok da olabilir, iddiasını ölüp dirilerek kanıtlayabilir.
Öğretilme işinin sırrı “Yeniden keşfedercesine aşikâr olma” deyiminden gelir. “Ben
öğrendim dedirten öğretme” öğrenimin en makbulüdür. Okula gidilir, öğrenilir,
sonra hayat boyu “Bana öğretildi” denmez, “Ben bilirim, öğrendim” denir. Okula
gidip gitmemek çocuğun iradesinde değildir. Aynı şekilde doğmak veya doğmamak
elimizde değildir, öğrenmek de öyle. Aklımızı kullanırız ve akıl verilmiştir.
İnsanın
eşyadan farkı namazda belli olur. Herkes namaz kılar, kimi kıldığını bilmez,
kılmadığını zanneder, zaten bütün hayatı zandır. Bilerek, isteyerek, bilinçli
olarak namaz kılanın namazının miraç olduğu müjdelenir. Kıyameti koparcasına
kıyama duran, “Allah’tan gayrisi yoktur” deyip Dünya’yı arkasına atan,
kendisinin de arkada olduğunun idrakinde ise önde okuyanın kim olduğunu
zanneder? Belki de bu iş bir yolculuktur. İnsan, olgunlaşma sürecine girer,
yolculuğunu insanı kâmil olarak bitirir. Hz. Âdem ile başlayan yolculuk Hz.
Muhammet ile son bulur. İnsanın el kitabı olarak indirilen Kitabımız bu
yolculuğun ilmini ve uygulamasını anlatır.
Kısaca
maddemiz, bedenimiz vardır ama biz sadece beden değiliz. Eşyamız namazını kılar,
farkında bile değilizdir. Nefsimiz vardır, biz yalnız nefsaniyet gütmeyiz.
Nefsimizin ihtiyaçlarını karşılar, tatmin ederiz, o da bize boyun eğer,
namazını kılar, fark etmeyiz. Kalp uyanınca nefsin emrindeki akla el koyar, ruhtan
alınan bilgilerle kalp beslenir. Kalp ruha teslim olup, boyun eğer, namazını
kılar, sabahın fecrini yaşar, günü ve gündüzü aydınlanır. Kalp, aydınlanarak
sırra erer, fıtratın sırrını keşfeder, akşam namazını aceleyle kılar. Bu keşif
onu ruhun Şuhut, uyanıklık, ikindi namazına getirir. Böylece, Batı’dan doğan
Güneş olayı gerçekleşmiş olur. Yolculuk sürdürülebilirse, öğle vaktinde Şükür
namazı kılınır. Güneş doruk noktasında iken, gölgeler yok olacağı için, ‘gayri
varlık’ olamayacağı için, namaz kılınamaz.
Umarım biz
de okur, düşünür, ibret alır, idrak eder, namaz kılarak olgunlaşırız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder