11 Aralık 2015 Cuma

İnanmaktan Bilinmeye


               İnanmaktan Bilinmeye,

               İnsan ve insanlığın gelişimi paraleldir ve uzun soluklu bir süreçtir. İnsanın düşünmesi ve inanması birlikte gelişmiştir. Bilimsel yasalarla Evrenin Doğuşuna tanıklık edilmektedir.  Evren, kendini merak eden yaratıktır. İnsan olmak için de ilk tapınaklarda “Kendini Bil” yazılmış. “Yağmurun Allah’tan olduğuna” inananlar “Evet ama nasıl?” diyerek gerçeğe ulaştıkça bilir olmuş. Bilinçli düşünme ve bilinçli iman müştereken ilimde yükselme, imanda yücelme sağlamış. Aksi halde, örneğin, bilmeden iman “Hayali” kalırdı, “Hakikate” ermek olamazdı. İlimden kaynaklanan iman, bilimi doğurur ama bilim elindekini bırakamaz, evrenin dışına çıkamaz. Kuantumla “Evrenin yoktan var olan parçacıkların şişmesiyle oluşan düzenli bir hiçliktir” olduğu kanıtlandı. İnanç temeline dayanarak  “Yokluktan yaratılan evrende insanın varlığı aklının izafi oluşundandır, insan aslında yoktur” denirse bu, bilimsel açıdan bağnazlık olabilir. Çünkü annenin sevgisi, çocuğun anne sevgisinden de büyüktür.

               Genel görelilik kuramı üç boyutlu olarak düşünülen uzay ile zamanı, uzay-zaman veya “uzam” olarak birleştirir. Madde, uzayı büker ve ona nasıl ve ne kadar büküleceğini öğretir, uzay-zaman da maddeye nasıl hareket edeceğini gösterir. Einstein, izafiyet teorisi, genel görelilik kuramı ile gravitasyonun, yer çekiminin bir güç olmadığını kanıtladı. Örneğin Dünya, Ay’ı çekmez, her gök cismi gibi, onlar da kendi kütlelerinin büktüğü yollarında hareket eder. Gökyüzünde kütlelerin uzay zamanı bükmeleri nedeniyle ışık bile bükülmüş görünür. Işığın kaynağı, eğer arada Güneş gibi uzay-zamanı büken bir kütle var ise, gözümüzün gördüğü yerde değil, ışığın geldiği yerdedir. Görelilik, evrenin Büyük Patlama anından itibaren, genişlemekte oluşunu, kara deliklerin, gökadaların ve yıldızların konumunu bildirir. Zamanda yolculuk yapar gibi her “şeyin” geçmişte ve gelecekte nerede ve nasıl olacağı kesin olarak bilinebilir. E=MC2 formülü ile ışık hızında hareket zamanı durdurur.

               Kuantum kuramına göre, uzayın en küçük ölçeğine bakıldığında, daima görülecek şaşırtıcı, değişmez bir gerçek vardır, o da bir “parçacık çiftinin” yoktan var olup tekrar yok olduğudur. Sürekli bir şekilde var olup yok olan bir çift parçacık için Dr. Hawking bir fikir ileri sürer. Buna göre, parçacık çiftlerinin var ve yok oluşları, kara deliklerin “olay ufkunda”, geri dönülmez noktasında, gerçekleşiyorsa parçacıkların bir kısmı yutulur bir kısmı da kara deliğin ekseni etrafında ışıyarak kaçar. Kaçan parçacıklar “Hawking Radyasyonu” adı verilen ışınıma yol açar. Böylece kütle enerjiye dönüşür ve kaybolan enerji en sonunda kara deliğin kendisinden gelmiş olur. Görünüşe göre, kara delik zamanla buharlaşıp yok olarak “hiçliğe” dönüşür.

               Kuantum mekaniğinin kara delikler alanında kullanımı, genel görelilik yasalarıyla birlikte, her alan ve parçacık için, her iki kuramı bütünleştirerek, tüm evrende her şeyi açıklayıcı bir kuram elde etmeye yöneltti. Ancak iki kuramın “gerçeği” çok farklı gördüğü anlaşıldı. Kuantum için her “şey”, belirli bir ölçekte, “parçacık” temelinde ve “yerel değil” konumundadır. Parçalar birbirinden bağımsız ve bağlantısız görünümünde ancak davranışlarında “ikizlik” ve “olasılık” hâkim. Bir parçacığın bir yerdeki davranışı kilometreler veya ışık-yılları uzaktaki ikizinin davranışına bağlıdır. Olasılık, bilgi eksikliğinden değil gerçek dünyanın öyle oluşundandır. Parçacığın var ve yok oluşu “ya var, ya da yok” oluşundan değil “hem var, hem de yok” oluşundandır. Görelilik denklemlerinde ise temelde belirlilik, kesintisizlik ve düzgünlük hâkimdir. Uzay-zamanda boşluk yoktur, doğrular bükülebilir ama sürekli ve kesintisizdir. Kuantum kuramı, “elektromanyetik”, “güçlü nükleer” ve “zayıf nükleer” olmak üzere üç güç tipini tanımlar, belirler ve birbiriyle ilişkilendirir. Bu güçler parçacıklardan kütle oluşturur. Böylece kütlenin oluşumu veya var oluşu, kütlelerin hareket edişinden farklı ele alınır. Bir şey önce var olmalı ki hareket etsin. E=mc2 kütlesi olmayan parçacıkların ışık hızındaki hareketini de açıklar.

               Söz konusu iki bilimsel âlemi yani kuantum âlemini ve üzerine inşa edilen evreni, inanç âleminde ele alabiliriz. İlk akla gelen “Büyülttüm âlem ettim, küçülttüm Âdem ettim” deyimidir. “Bu dünya ve öbür dünya” veya “cennet ve cehennem” kavramları da düşünülebilir. Hatta bu Dünya’nın “altı ateş, üstü su” oluşu gerçeği de vardır. “Allah her şeyi yoktan var etmiştir” denildiğinde “ne yoktan bir şey var olur, ne de var olan bir şey yok olur” denilmişti. Bu termodinamik yasasına “Evren hem vardır, hem de yoktur” diyerek karşı koyanlar da “Vardır ama hiçliktir” diyenler de bilim insanıdır. “Var gibi görünüyor ama aslında yok” inancı kanıtlanmış olur. Sorulara cevap ve sorunlara çözüm ile “Gerçeği” arayan bilim, her devirde inançlara yer ayırmıştır. İnanç sisteminin özünün kanıtlandığına bazı bilim insanları inanamaz.

                Bu gerçekler ışığında “Din ile bilimi birbirine karıştırma” denemez. Hiçbir şey göründüğü gibi ve göründüğü yerde değildir. “Olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol” deyimi daha iyi anlaşılabilir. Bilimsel olarak kanıtlanıp inanılanların hepsinin bilinmesi durumunda “İnanç sistemi” ortadan kalkmaz. Belki sadece, “Bilinmeyi sevdim, evreni ve insanı yarattım” deyimi ile ortaya konan “amaç”, ilmen yakın olarak, gerçekleşmiş olur.