27 Ekim 2015 Salı

Bilimsel Vuslat


Bilimsel Vuslat


            Hayatımız boyunca yeni bir şeyler öğreniriz. Aklın çalışması duramaz, engellenemez. Arama, araştırmayla keşifler, buluşlar birbirini izler. Bulma, bilme konusunda sınır tanınmaz. Bir yandan kendini bilme, diğer yandan yeryüzünü ve gökyüzünü bilme çabaları yürütülür. İnsanlığın gelişiminde ‘kutsallık bilinci’ için bir tarih belirlenemedi. İnsan da kutsallığa doğuştan yatkın görünmektedir. Eski bir tapınakta “Kendini Bil” yazması da tesadüf olamaz. Doğal ihtiyaçlar karşılanırken doğaüstü inançların da bulunduğu düşünülebilir. Sanki halk ‘Yer Tanrı, Gök Tanrı’ derken Doğu’da idi, kutsala ‘benliğinde’ erince Ortadoğu’da buldu kendini. Evren bilincini geliştirmek için Batı’ya yürüyüş sürdürüldü. Evrenin doğuşuna kanıtlarla tanıklık edilince de Doğu’dan gelindi, ilim halkın kalbinde yerini aldı. “Allah’tan başkası yoktur, emri, dediği olur; evreni bilinmek için yaratmıştır, ilmin amacı kendini ve Allah’ı bilmektir; görünen, görenin görüntüsüdür” diyen inanç küçümsendi. “Ölçülüp biçilen, kesilip tartılan madde nasıl ‘serap’ olurmuş” diyen bilim insanları sonunda Hak ve hakikate erdi. İnanmayanlar, bilimsel kanıtlarla, inanılanları ispatladı.

            Saf Anadolu kültüründe, halkın dilinde, kalpten söylenen, öyle deyim ve deyişler vardır ki kanıtlamak için Batı’ya gidip, eşyanın hakikatine inip, Doğu’dan gelinmeliydi. Âşık ozanların, halk şairlerinin dizeleri halkın bilincinde yer eder. Hak ve hakikat arayışında insanlığa öncülük eder. Halk her yerde ve her şeyde Hakk’ı görmeye yatkındır. İlmin amacı kendini ve Hakk’ı bilmektir, Allah’a yakınlaşma ‘ilmen’, ‘aynen’ ve ‘hakken’ olmak üzere üç aşamalıdır.

            İlmen ve aynen aşamaları dinsel ve bilimsel yaklaşımları birleştirir. Akıl önemli, sezgi de önemli. Mantıklı olmak iyi, duygusal olmak da kaçınılmaz. Akıl ve hikmet sentez edilir. İnançlı olanlar da bilmeye zorlanır, aklını kullanmaya teşvik edilir. Düşünmeden, tefekkür etmeden, ne yaptığını bilmeden imanlı kişi olunamaz. Bilerek, bilinçli olarak Allah’a yaklaşılır.

            Bütün bu düşünceler bilim ve din yaklaşımlarını DNA sarmalı gibi bir senteze götürebilir. Genel anlamda bu sarmalın iki ana hattını din ve bilim; kalp ve akıl, ruh ve beden, mana ve madde, yazılım ve donanım diye ele alabiliriz. En büyük olarak bilinen, fizik, kimya, astrofizik, biyokimya gibi alanlardaki, bazı bilim insanlarının, elde ettikleri buluşları, Allah’ın olmadığını kanıtlamakta kullanmaları manidardır. Kendilerini ve buluşlarını inkâr ettikleri bir konuya veya alana, gereksiz, istenmeden, bir anlamda zorla, sokmaları düşündürücüdür. 

            ‘Akıl insana verilen en büyük nimettir’ denirdi. Doğayı, ‘Akıllı Tasarım’ olarak ele alan bazıları, varlığına kanıt bulamadığı için, Allah’ı inkâr etti.  Kuantum âleminde miniskül parçacıkların bir anda var olup yok olduğu bilinir. Böyle sanal bir parçacığın, ‘Şişip Genişleme’ modeline göre evreni oluşturduğu kanıtlandı. Nasıl olur da ‘bir şey’ yoktan var olur? Sorusuna yanıt bulundu. Bu sorunun sorulması yanlışmış. Evrendeki pozitif ve negatif enerjinin toplamı sıfır ettiği için, Evren bugün dahi ‘bir şey değil’ bir ‘Hiç, ama ‘Düzenli Hiç’ imiş. Düzenli, çünkü evrendeki hareketler fizik yasalarına ve matematik formüllerine uygunmuş. Sonuç ve söylenen doğru ama anlaşılan veya yorum yanlış olabiliyor. Bilimsel deneyler doğru söylüyor ama Profesör Doktorlar yanlış anlıyormuş.    Evren bir ‘hiç’ olduğu için bir Yaratan’a da ihtiyaç yokmuş. “O’ndan gayri bir şey yok” diyene, ‘ben yoksam o da yok’ der gibi. Bilimsel olarak ‘var olan herhangi bir şeyin aslında olmadığı, var görünen maddenin, aslı sanal olduğu için, var sayılamayacağı’ kanıtlanmış oldu. Bu şekilde, böyle bir ‘Varlık’ yokluğun kanıtı olsa gerek. Varlıkta yokluk bulundu. Aslında olmadığımızı kanıtladık, şimdi sıra bunu idrakte. Biz elimiz tutuyor, gözümüz görüyor diye var olamıyoruz. Evren yok ki biz olalım. Mucize olan, ‘serap’ şeklinde de olsa, var olduğumuzu ‘zan’ etmemiz. “Evvelde ‘Var Olan’ ahirde de vardır, sonradan yok olan da hiç olmamıştır” denildiğinde inanmalıydık. Yokluğumuz ispatlandığına göre Hak ve hakikati idrak edebiliriz artık.

            İnsanın iş ve eylemlerinde kullandığı güç, kuvvet ve kudret Allah’a aittir. Her isim ve sıfat da o’nundur. Bilinmek için evreni yaratmış ve insanı, kemale ermesi, kendinin idraki, için donatmıştır. Önce bilgi edinip, bilerek yaklaşılır. Her şeyin ondan gelip ona gittiğini idrak ederek şirkten dönülür. ‘Aynen’ biliş aşaması da böyle başlar. Sanal parçacıktan çıkan ilk enerji de, zamanla oluşan kütle ve madde de, ilminin aynıdır. S. Hawking’e göre her ‘obje’ veya ‘şey’ özelliklerinin, ardındaki ilminin deposudur, toplam ilminin görüntüsüdür. Evren, sanal parçacığın var gibi görünen halidir, önemli olan, bu parçacığın yüklendiği özellikler ve özünde taşıdığı Kur’an, ‘Düzen’, fizik ve matematik ilmidir. Bir inşaat projesinin ismi, resmi, cismi de, ardındaki ilmin halleridir, aynıdır. “İnsan da fıtratının, fıtratına kazınan ilminin aynıdır.”(41.53,54) Herkesin ve her şeyin cismi ve ameli ilmine tabidir, biat eder, daim secde eder.

            Bilimsel ve dinsel yaklaşımlar, DNA’da olduğu gibi, iki temel unsuru oluşturur. Öğrendikçe, aşamalar halinde, merdivende tırmanarak, yükselerek yücelişle, Allah’a yakınlaşma sürdürülür. Son kimya Nobel ödülünü alan vatandaşımız Aziz Sancar, DNA’nın inşasında basamakların oluşumunu düzenleyen ‘Ritmik Saat’ keşfetti. Ana hatlardan çıkan bir basamağın aynı taraftaki diğer basamakla birleşmesi önleniyor. Karşı basamağa tutunması sağlanıyor. Dinden ilme, ilimden dine geçip sentez basamağı ve sentez oluşturmak şarttır. Yalnız bilim veya din tarafında kalmak olmaz. İnanan okumalı, öğrenmeli, bilmeli ve idrak etmeli; bilimciler de doğanın dediğini doğru okuyup anlamalıdır. Okuyup idrak şart!

            İlmen yakini, aynen yakin izler. Tasavvuf veya tevhidin bir ilim olduğu, belirli yöntemler çerçevesinde, belirli bilgilerin öğrenildiği bilinir. İlmin bilinmesi yetmez uygulanmalıdır. İlim amel içindir. İlmi olan âlim, idrak eden de ariftir. İnsan kendisinin bir ilim olduğunu ama bu ilmin sahibinin kendisi olmadığını idrak edebilmelidir. Her var olan, ışınım ve parçacıktan, rahman ve rahimden, genelin kütle ile özelleşmesinden, enerjinin kütle oluşturmasından var olur. Aynen yakin aşaması, evrenin, ilmin bir hali, görünür hali olduğunu kanıtlar. İlim ile evren birleşerek tevhit olur, geriye idrak kalır. Testi var ise testinin sahibi testi olamaz. Bilgi var ise sahibi bilen midir? Matematik, matematikçinin midir?

            Bilimsel deneyler son noktayı da koydu. İkiz foton, elektron veya atomlardan birine yüklenen bir bilginin, halin anında, galaksinin öbür ucunda dahi olsa, ikizine geçmesini Einstein ‘ürkütücü’ bulmuştu. Son deneyler kesin sonuca vardı.

            Bilgi, birinden ötekine ışık hızından daha hızlı aktarılıyordu. Yeni deneyler sonucu kanıtlanan duruma göre sonuç daha ‘ürkütücü’ imiş. Her şey, olmuş ve olacak, evrenin doğuşundan itibaren, ‘Önceden Belirlenmiş’ olabilirmiş. Bilim insanları, kanıt, keşif, buluş ve bilişlerle yürüyüşe, Dünya’dan başladı, galaksilerden, evrenin doğuşuna döndü, rücû ettiler. Öyle ki “çok haklısınız, evren diye görünen düzenli bir serap imiş” dediler, ilme biat edip, ilme tabi olup, secde ettiler. Böylece, ‘En Hakiki Mürşit İlimdir’ gerçek oldu. Ama bazı bilenlerin idraklerinden, henüz, şüphe edilir. Çünkü kendilerinin elde ettiği sonuçlar, inanamadıkları için, ‘ürkütücü’ imiş. Sanki birisi biliyor inanamıyor, diğeri inanıyor bilemiyor. Olsun, öyle olacak ya nasıl olacak? Çünkü her şey doğuştan, evrenin doğuşundan, önceden belirlenmiş!

            Özet olarak,  Evren ile Âdem, Kur’an ile İnsan ikizmiş gerçekten. Bilim insanlarından bazıları, ateistler, Doğu’nun inancından, dininden Batı’ya kaçtı, hakikat güneşinin gurup ettiği batıya, eşyaya, maddeye, o kadar kaçtı ki doğudan geldiler. İspat eden, etmeyen, idrak eden, etmeyen sağ olsun. Amaç ‘Bilinmek’ ise gerçekleşti; Görünen, Görenin Görüntüsüdür!

Hiç yorum yok: