5 Şubat 2015 Perşembe

Sırattan Yıldırım Gibi Geçiş


          Sırattan Yıldırım Gibi Geçiş                                              NAEÖ 050215
      Kitabı okumak için lütfen tıklayınız

           Dünyanın atomlardan oluşu ne kadar ince işçiliği olduğuna kanıttır. Doğanın evveli ateş, ahiri ateştir. Olmazsa olmaz niteliğinde çok sayıda inanılması güç katsayılara dayalı gerçeklerin üzerinde durur. Hayat için uygun ortam oluşturması kadar hayatın kendisi de iğne ile kuyu kazma kavramını hatırlatır. Bireysel yaşamda da hafife alınacak bir nokta yoktur. Her ayrıntı, gelişten dönüşe, ayet, delildir, doğru yolu, yücelişin yolunu gösterir. Hakikat ehli bulvar üzerinden geçer, Hakk’a ve hakikate yücelir. Gelişte ayrıntılara dikkat edilirse dönüş yıldırımın düşüşü kadar kolaydır, şeytan engelleyemez.

          Hayat, enerji, kütle ve evren gibi, yoktan var olur. Yaşamak, doğa koşullarına ve yer çekimine karşı koyup ayağa kalkıştır. Olgunlaşma sürecinde doğanın ayrıntılarına dikkat edilir. İlmin enerjiye, enerjinin kütleye, kütlenin maddeye, maddenin doğaya ve bedene dönüşümü anlamlıdır. Bilgi edinmekle başlayan süreç kadim ilmin idrakine kadar sürer.

          Davranışlar, yeme, içme ve alışkanlıklar için bazen “her şeyin fazlası fazla” deriz. Sevme konusunda da bu doğrudur. Oynamayı çok sevmek bile insanı oyuna köle yapar. Sevilen sevenin hayatını düzenlemeye kalkar. Her şey sevilen şeye göre kurgulanır, hayatın akışı buna göre düzenlenir. Sevmek itaati gerektirir ve itaat ise zaman içinde ibadete dönüşür. Alışkanlıklar, adetler ibadet halini alır. Dünya sevgisinin böylece ibadete dönüştüğü görülür. Aşırı yükün ağırlığından kurtulmak, boşalmak, hür olmak istenir.

          Dünya gölge gibidir, tabi olandan kaçar, kaçanı kovalar, ona tabi olur. Dengeli beslenme gibi zevk ve sevgi de dengeli olmalı. Yaşamak için yemeli, içmeli yaşamdan zevk almak için oynamalı. Bireysel ilim düzeyi arttıkça kesafetten letafete geçilir. Eşyanın yerleştirilmesinde, özellikle ustalarca kullanılan, su terazisi, tüp içindeki küçük kabarcığı, boşluğu kullanır. Dünyayı su dolu bir balon gibi düşünürsek arınmış, boş ve boşalmış halimiz bu kabarcık gibi bizi en üstte tutar. Yüksüz isek doğanın üzerinde yer alırız, yükü ağır olanlar dibe çöker. Bedensel, maddesel yüklerden arınmak yerimizi belirler. İlim ve ilahi sevgi letafet kazandırır, eşyanın hakikati idrak edildikçe ilme ulaşılır.

          Hayatın bir amacı vardır, günlük yaşamın ayrıntılarında kaybolmamalı. Tüm nimetler nimetleri verene götürmeli. Neyin nereden, niçin, nasıl geldiği araştırılıp bilinmeli. Her şeyin kendisi için olduğunu düşünen bencildir, benlik gururu içinde kibirlidir. Benliği ile ikilik çıkarmakta, şirk koşmakta denir. Şirk içinde olana müşrik denir. Müşrik, doğuştan dilsiz gibi, istidadında akıl ve idrakten yoksundur. İnsan ilahi vücudun aracı, hazretinin vekilidir. Akla hizmet edene dünya da hizmet eder, dünyaya hizmet edene dünya da engel çıkarır. Akıl nefse hâkim olmalı, nefis akla değil. Akıl da kalbin sesini dinlemelidir. Sürekli inkâr ağır yüktür insanı dibe çeker.

          Vahdet ehli, muvahhit, Hak ile kaim, ayakta olduğunun idrakindedir. Bu nedenle halka adaletli davranır ve adaleti emreder. Çünkü adalet vahdetin kesret âlemindeki gölgesidir. Muvahhit, vahdet-i zat ile kaim olunca gölgesi tüm eşya üzerine düşer. Tüm eşyaya eşit ve adaletli davranır, eşyanın hakikatini bilerek hareket eder. Eşyanın içine girer ama eşya onun kalbine girmez.

          Eşyayı sevip kalbine sokan, eşyaya tapan onunla sevinir, onunla üzülür, onunla ölür, eşyanın ateşinde yanar. Oysa hakikat ehli tüm doğayı amacına uygun kullanır, amacına ulaşmak için araç olarak görür. Bilinmeyi sevene ulaşma amacına ermek için doğanın üzerine yol çekilmiş haldedir. Bu yol Hakk’a giden sıratı müstakimdir. İlim yükü ile letafet kazanılır, boşluk, kabarcık halinde doğanın ve ateşinin üstünde kalınır.

          Yıldırım gökten yere parlak bir şekilde düşer. Hakikat ehli, muvahhit, ilmi idrakiyle fena bulur, arınır. Sonra, “beka ehlinden” Hakk’ın has kulları olarak, “nar-ı tabiat üzerine çekilmiş “Allah’ın sıratı müstakimi” gibidir. Hakikat ehli sırat üzerinden parlak yıldırım gibi geçer, yücelir. İnsan, ilahi sevgisiyle sevilmesi halinde zıt kutuplu elektrik yükleri gibi çekim gücü oluşur. Allah ile kaim olan muvahhit olarak, madde denizinin üzerinde kalır, eşyada sırat oluşturur. Arzdan arşa, seven sevilen olarak, karşıt yük ile sırattan yıldırım gibi geçer. Sıratı geçiş zamansızlıkta gerçekleşir.

          Yerde ve gökte, gizli olan büyük kıyametin ilmi; eşya, nefis, kalp, sır, ruh, hafa, gaybül gaybtan oluşan yedi makamın sırrı; yer ve göğün gizli hakikati; ceset ve ruh âlemlerinin ilmi Allah’ındır, Allah’a mahsustur. Zamana kıyasla büyük kıyamet zaman alıcı değildir. Kıyameti idrak eden onu zamanda değil zamansızlıkta idrak eder. Her şeye kadir olan, kudret sahibi olan, ehlinin ve has kullarının müşahede ettikleri gibi, zamansızlıkta ihya ve imhaya kadirdir.

          Fikir, teorik ve uygulamalı akıl, kuruntu ve hayal gibi ruhani ve nefsanî âlemlerde uçuşan kuşlara hiçbir şey etki edemez ancak Allah eder. Akıl ve fikir yürütmede kimsenin kontrol, kuvvet ve kudreti yoktur. Fikirlerin uçuşması herhangi bir maddeye bağlı değildir, eşya ile ilgili olsa da fikirler eşyaya dayanmaz. Benlik yapan, şirk koşan, müşrik resulün dediğini anlar, istidadının bu olduğunu bilir ama inkâr eder, neyi inkâr ettiğini bilir, eşyaya sığınır. Allah’a götüren ilmin yolunu şeytan bile kesemez, müşrik şeytana sığınmaz.

          İnsanın yetenekleri, melekeleri, melekler gibi kendine boyun eğmiş, tabi olmuş, secde etmiştir. Kalpte yer eden, kalbine dolan toprak, hava, su ve ateşten oluşan doğal bedensel güçlerin en lâtifi ateştir. Ateş ısısı nedeniyle diğerlerinin üstünde yer alır. Kalbin içinde ruha açılan fuad kapısının yakınında konumlanır. Üsttekiler alttakileri bilir, ateş de toprak, hava ve suyu bilir. Âdemin çamurdan yaratıldığını bildiği için secde etmediği söylenir. Akıl da ruhtan aldığını kalbe taşırken vehim, kuruntu şeytanı, aklı tam anlayamadığı için, onu bildiğini zanneder. Aklın hükmünü kabul etmeyerek ona tabi olmayı, secdeyi reddeder. Kuruntunun ruha lâyık olmadığı anlaşılınca “sen oradan düş, çık git” denilir. Şeytanın nefsanî güçlerden biri olduğu ruhani güçlerden olamadığı belirlenir. Böylece, Allah’ın ilmini elde etme yolunda olanların önüne geçmesine engel olunur. Kuruntu veya şeytan seyri sülûk üzerinde olanları engelleyemez, ancak gayrisine meyillilere yardımcı olur, eşyayı sevdirir.

          Allah bağışlayıcıdır deyip ön taraftan gelir ibadete engel olur. Arkadan yaklaşır kendisi ve ailesi için fakirlikten korkutup mal edinme peşinde fazlasıyla koşturur. Sağdan yaklaşır faziletli olduğuna, ilminin çokluğuna inandırıp gurur ve kibirle Allah’tan mahcup eder. Soldan yaklaşır çok çeşitli zevk ve safahata, lezzet ve şehvete düşürür. Şeytan böylece dört yönden de insana yaklaşabilir.

          Söz konusu dört taraftan yaklaşarak şeytan insanı nimetleri verene yaklaşmaktan, doğru yola girmekten alıkoyar. Böylece de şeytan tevhit cennetinden kovulmuş ve bir daha da dönememiş olur. (16 Nahl,75-77)

          16 Nahl, (Ve hüve âlâ sıratın müstakim) (Ayet 76) O muvah­hit, tevhit eden, fenadan, yokluktan sonra, «beka ehlinden» biri olarak, Hakkın has kulları, «ehli hakikat» için, «nar-ı tabiat» üzerine çekilmiş «Allah'ın sıratı müstakimi» üzerindedir. Hakikat ehli olanlar, parlak yıldırım gibi o sı­rat üzerinden geçerler. Sevilen “bilinme”, ancak, bilerek letafet kazananın, yükünü boşaltanın, doğa üzerinde oluşturduğu sırattan yıldırım gibi geçişiyle gerçekleşir.

          Kıyameti Kübra, büyük kıyamet, olarak bilinen zamanda, şeytan insanı anlayıp ona secde edip itaat eder. (7 Sad, 76)

          Habibim sen de ki “Benim lisanımla söyleyen Allah'tır.” (7 Sad, 86)

          Bilimsel verilere göre yıldırım ile atmosferde bulunan azot toprağa geçer ve böylece yıldırımın düşüp, çıktığı yerde toprağın verimliliği artar. Tabiat böylece bir kaybeder verimlilik kazanır, beşer giden Hak ile halka döner, sevilenleri yüceltir. Doğa bir dengeyi de böyle sağlar. Darısı başımıza!

 

Hiç yorum yok: