Sırattan
Yıldırım Gibi Geçiş NAEÖ 050215
Kitabı okumak için lütfen tıklayınız
Dünyanın atomlardan oluşu ne kadar ince işçiliği
olduğuna kanıttır. Doğanın evveli ateş, ahiri ateştir. Olmazsa olmaz
niteliğinde çok sayıda inanılması güç katsayılara dayalı gerçeklerin üzerinde durur.
Hayat için uygun ortam oluşturması kadar hayatın kendisi de iğne ile kuyu kazma
kavramını hatırlatır. Bireysel yaşamda da hafife alınacak bir nokta yoktur. Her
ayrıntı, gelişten dönüşe, ayet, delildir, doğru yolu, yücelişin yolunu gösterir.
Hakikat ehli bulvar üzerinden geçer, Hakk’a ve hakikate yücelir. Gelişte
ayrıntılara dikkat edilirse dönüş yıldırımın düşüşü kadar kolaydır, şeytan
engelleyemez.
Hayat,
enerji, kütle ve evren gibi, yoktan var olur. Yaşamak, doğa koşullarına ve yer
çekimine karşı koyup ayağa kalkıştır. Olgunlaşma sürecinde doğanın
ayrıntılarına dikkat edilir. İlmin enerjiye, enerjinin kütleye, kütlenin
maddeye, maddenin doğaya ve bedene dönüşümü anlamlıdır. Bilgi edinmekle
başlayan süreç kadim ilmin idrakine kadar sürer.
Davranışlar, yeme,
içme ve alışkanlıklar için bazen “her şeyin fazlası fazla” deriz. Sevme
konusunda da bu doğrudur. Oynamayı çok sevmek bile insanı oyuna köle yapar.
Sevilen sevenin hayatını düzenlemeye kalkar. Her şey sevilen şeye göre
kurgulanır, hayatın akışı buna göre düzenlenir. Sevmek itaati gerektirir ve
itaat ise zaman içinde ibadete dönüşür. Alışkanlıklar, adetler ibadet halini
alır. Dünya sevgisinin böylece ibadete dönüştüğü görülür. Aşırı yükün
ağırlığından kurtulmak, boşalmak, hür olmak istenir.
Dünya
gölge gibidir, tabi olandan kaçar, kaçanı kovalar, ona tabi olur. Dengeli
beslenme gibi zevk ve sevgi de dengeli olmalı. Yaşamak için yemeli, içmeli yaşamdan
zevk almak için oynamalı. Bireysel ilim düzeyi arttıkça kesafetten letafete
geçilir. Eşyanın yerleştirilmesinde, özellikle ustalarca kullanılan, su
terazisi, tüp içindeki küçük kabarcığı, boşluğu kullanır. Dünyayı su dolu bir
balon gibi düşünürsek arınmış, boş ve boşalmış halimiz bu kabarcık gibi bizi en
üstte tutar. Yüksüz isek doğanın üzerinde yer alırız, yükü ağır olanlar dibe
çöker. Bedensel, maddesel yüklerden arınmak yerimizi belirler. İlim ve ilahi
sevgi letafet kazandırır, eşyanın hakikati idrak edildikçe ilme ulaşılır.
Hayatın
bir amacı vardır, günlük yaşamın ayrıntılarında kaybolmamalı. Tüm nimetler nimetleri
verene götürmeli. Neyin nereden, niçin, nasıl geldiği araştırılıp bilinmeli.
Her şeyin kendisi için olduğunu düşünen bencildir, benlik gururu içinde
kibirlidir. Benliği ile ikilik çıkarmakta, şirk koşmakta denir. Şirk içinde
olana müşrik denir. Müşrik, doğuştan dilsiz gibi, istidadında akıl ve idrakten
yoksundur. İnsan ilahi vücudun aracı, hazretinin vekilidir. Akla hizmet edene
dünya da hizmet eder, dünyaya hizmet edene dünya da engel çıkarır. Akıl nefse
hâkim olmalı, nefis akla değil. Akıl da kalbin sesini dinlemelidir. Sürekli inkâr
ağır yüktür insanı dibe çeker.
Vahdet
ehli, muvahhit, Hak ile kaim, ayakta olduğunun idrakindedir. Bu nedenle halka
adaletli davranır ve adaleti emreder. Çünkü adalet vahdetin kesret âlemindeki
gölgesidir. Muvahhit, vahdet-i zat ile kaim olunca gölgesi tüm eşya üzerine
düşer. Tüm eşyaya eşit ve adaletli davranır, eşyanın hakikatini bilerek hareket
eder. Eşyanın içine girer ama eşya onun kalbine girmez.
Eşyayı
sevip kalbine sokan, eşyaya tapan onunla sevinir, onunla üzülür, onunla ölür,
eşyanın ateşinde yanar. Oysa hakikat ehli tüm doğayı amacına uygun kullanır,
amacına ulaşmak için araç olarak görür. Bilinmeyi sevene ulaşma amacına ermek
için doğanın üzerine yol çekilmiş haldedir. Bu yol Hakk’a giden sıratı müstakimdir.
İlim yükü ile letafet kazanılır, boşluk, kabarcık halinde doğanın ve ateşinin
üstünde kalınır.
Yıldırım
gökten yere parlak bir şekilde düşer. Hakikat ehli, muvahhit, ilmi idrakiyle fena
bulur, arınır. Sonra, “beka ehlinden” Hakk’ın has kulları olarak, “nar-ı tabiat
üzerine çekilmiş “Allah’ın sıratı müstakimi” gibidir. Hakikat ehli sırat
üzerinden parlak yıldırım gibi geçer, yücelir. İnsan, ilahi sevgisiyle
sevilmesi halinde zıt kutuplu elektrik yükleri gibi çekim gücü oluşur. Allah
ile kaim olan muvahhit olarak, madde denizinin üzerinde kalır, eşyada sırat
oluşturur. Arzdan arşa, seven sevilen olarak, karşıt yük ile sırattan yıldırım
gibi geçer. Sıratı geçiş zamansızlıkta gerçekleşir.
Yerde
ve gökte, gizli olan büyük kıyametin ilmi; eşya, nefis, kalp, sır, ruh, hafa,
gaybül gaybtan oluşan yedi makamın sırrı; yer ve göğün gizli hakikati; ceset ve
ruh âlemlerinin ilmi Allah’ındır, Allah’a mahsustur. Zamana kıyasla büyük
kıyamet zaman alıcı değildir. Kıyameti idrak eden onu zamanda değil
zamansızlıkta idrak eder. Her şeye kadir olan, kudret sahibi olan, ehlinin ve
has kullarının müşahede ettikleri gibi, zamansızlıkta ihya ve imhaya kadirdir.
Fikir,
teorik ve uygulamalı akıl, kuruntu ve hayal gibi ruhani ve nefsanî âlemlerde
uçuşan kuşlara hiçbir şey etki edemez ancak Allah eder. Akıl ve fikir yürütmede
kimsenin kontrol, kuvvet ve kudreti yoktur. Fikirlerin uçuşması herhangi bir
maddeye bağlı değildir, eşya ile ilgili olsa da fikirler eşyaya dayanmaz.
Benlik yapan, şirk koşan, müşrik resulün dediğini anlar, istidadının bu
olduğunu bilir ama inkâr eder, neyi inkâr ettiğini bilir, eşyaya sığınır.
Allah’a götüren ilmin yolunu şeytan bile kesemez, müşrik şeytana sığınmaz.
İnsanın yetenekleri, melekeleri,
melekler gibi kendine boyun eğmiş, tabi olmuş, secde etmiştir. Kalpte yer eden,
kalbine dolan toprak, hava, su ve ateşten oluşan doğal bedensel güçlerin en
lâtifi ateştir. Ateş ısısı nedeniyle diğerlerinin üstünde yer alır. Kalbin
içinde ruha açılan fuad kapısının yakınında konumlanır. Üsttekiler alttakileri
bilir, ateş de toprak, hava ve suyu bilir. Âdemin çamurdan yaratıldığını
bildiği için secde etmediği söylenir. Akıl da ruhtan aldığını kalbe taşırken
vehim, kuruntu şeytanı, aklı tam anlayamadığı için, onu bildiğini zanneder.
Aklın hükmünü kabul etmeyerek ona tabi olmayı, secdeyi reddeder. Kuruntunun ruha
lâyık olmadığı anlaşılınca “sen oradan düş, çık git” denilir. Şeytanın nefsanî
güçlerden biri olduğu ruhani güçlerden olamadığı belirlenir. Böylece, Allah’ın
ilmini elde etme yolunda olanların önüne geçmesine engel olunur. Kuruntu veya
şeytan seyri sülûk üzerinde olanları engelleyemez, ancak gayrisine meyillilere yardımcı
olur, eşyayı sevdirir.
Allah
bağışlayıcıdır deyip ön taraftan gelir ibadete engel olur. Arkadan yaklaşır kendisi
ve ailesi için fakirlikten korkutup mal edinme peşinde fazlasıyla koşturur. Sağdan
yaklaşır faziletli olduğuna, ilminin çokluğuna inandırıp gurur ve kibirle
Allah’tan mahcup eder. Soldan yaklaşır çok çeşitli zevk ve safahata, lezzet ve
şehvete düşürür. Şeytan böylece dört yönden de insana yaklaşabilir.
Söz
konusu dört taraftan yaklaşarak şeytan insanı nimetleri verene yaklaşmaktan,
doğru yola girmekten alıkoyar. Böylece de şeytan tevhit cennetinden kovulmuş ve
bir daha da dönememiş olur. (16 Nahl,75-77)
16
Nahl, (Ve hüve âlâ sıratın
müstakim) (Ayet 76) O muvahhit, tevhit eden, fenadan, yokluktan sonra, «beka
ehlinden» biri olarak, Hakkın has kulları, «ehli hakikat» için, «nar-ı tabiat»
üzerine çekilmiş «Allah'ın sıratı müstakimi» üzerindedir. Hakikat ehli olanlar,
parlak yıldırım gibi o sırat üzerinden geçerler. Sevilen “bilinme”, ancak,
bilerek letafet kazananın, yükünü boşaltanın, doğa üzerinde oluşturduğu
sırattan yıldırım gibi geçişiyle gerçekleşir.
Kıyameti Kübra, büyük kıyamet, olarak
bilinen zamanda, şeytan insanı anlayıp ona secde edip itaat eder. (7 Sad, 76)
Habibim sen de ki “Benim lisanımla
söyleyen Allah'tır.” (7 Sad, 86)
Bilimsel
verilere göre yıldırım ile atmosferde bulunan azot toprağa geçer ve böylece
yıldırımın düşüp, çıktığı yerde toprağın verimliliği artar. Tabiat böylece bir
kaybeder verimlilik kazanır, beşer giden Hak ile halka döner, sevilenleri
yüceltir. Doğa bir dengeyi de böyle sağlar. Darısı başımıza!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder